Dünyadan Uzak / Away From The World

20 ocak / 08 ağustos 2018


…. Bugün insanların yaşadığı yalnızlığı kim öngörebilirdi? Her gün dünyaya ilişkin gövdesiz ve sahte bir imgeler ağı tarafından yeniden onaylanan bir yalnızlık. Ama imgelerin bu sahteliği bir hata değil. Eğer kar peşinde koşmak insanlığın kurtuluşunun tek yolu olarak görülürse, gelir elde etmek mutlak öncelik haline gelirse, o zaman gerçekten varolanın itibar görmemesi, görmezden gelinmesi ve baskı altında tutulması gerekir. Bugün resim yapmak, yaygın bir ihtiyaca cevap veren bir direniş eylemidir ve umutlanmayı teşvik edebilir.

 

John Berger – Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar

 

Son iki yıldır beklenmeyen bir anda gelen, hiç tahmin edemediğimiz, distopik diyebileceğimiz bir süreçten geçtik. Ve ilk kez tüm dünya ile birlikte ortak bir sorunumuz oldu. Salgınla birlikte gelen karantina süreci, durmaya yakın yavaşlayan zaman, bilinmezlikler, izolasyon ve getirdiği yalnızlaşma, hepimizi konusunu bile tam anlayamadığımız bir bilim kurgu / felaket filminin içine attı. Sonrasında, ilk şaşkınlığı atlatma ve hala süren durumu anlama idrak etme, kabul etme ve başa çıkma süreci…

 

Kendi özelimde bu zor süreç ile başa çıkma yöntemim ise; Her zor zamanda yaptığım gibi, tuvalin karşısına geçip o anda kalabilmek ve resim yapmayı sürdürmek, belki de ‘’kayıp zaman’’ içinde kaybolmama çabası ile yine sanata sığınmaktı

 

John Bergerin yukarda ki saptamasına kendi gerçekliğimi de ekleyerek diyebilirim ki; Sanatçılar için bir varoluş biçimi olan sanat, diğer herkes için zor zamanların temel gereksinimidir ve yaşam devam ettikçe her alanda çeşitlenerek varolmayı sürdürecektir.

 

Bu süreçte yaptığım çalışmalar salgın döneminde ve dönemin doğal olarak üzerimdeki psikolojik etkisiyle yapılmış olmaları dışında, salgınla görsel anlamda direkt ilişkili değildir.

 

BUKET GÜRELİ

 


 

Kataloğu incelemek için tıklayın.

 


 

Sanat Okur’dan Nil Has’ın sergi ile ilgili Buket Güreli ile yaptığı röportaj:

 

-Dünyadan Uzak başlıklı sergisinizin ortaya çıkışından ve yer alan işlerinizden bahseder misiniz?

 

-‘’Dünyadan Uzak’’ başlıklı sergimde yer alan çalışmalarım, tam da alıştığımız dünyadan bir anda uzaklaştığımız ve adeta distopik bir sürece geçtiğimiz pandemi, karantina döneminde ürettiğim işlerdi. İşlerim doğal olarak dönemin bende ki psikolojisi ile yapılmış çalışmalar. Beden dillerinden sıkıldıkları ya da bekledikleri belli olan figürler var, bunların bir kısmı pencereden ya da tuvalin dışından gelen ışığa doğru bakıyorlar, bir kısmının da sırtı izleyene dönük tuvalin içinde ki belirsiz mekansız soyut bir alana bakıyorlar. İzleyici ile direkt ilişki kurmayan izole olmuş figürler. Bunun dışında kedilerim, bitkilerim ve pandemi de sık ilişkide olduğumuz objeler var. Diğerleri ile bakıldığında aynı duyguyu onlar da veriyor.

 

-Dünyadan Uzak serginiz bir zor sürecin meyvesi oldu. Peki meyvelerin olgunlaşması ve izleyiciye sunulması nasıl bir süreçti?

 

-Pandemi başlayıp herkes gibi ne yapacağımı bilemediğim kısa bir şaşkınlık döneminden sonra evden çıkıp bomboş sokaklardan atölyeye gidip gelmeye başladım. Atölye ve evin çok yakın olması büyük bir avantajdı çünkü sokağa çıkma yasaklarından etkilenmemiş oldum. Çalışmaya başladığımda herhangi bir konsept fikri ya da ilerde yapacağım fiziksel bir sergi düşüncesi yoktu çünkü takip ettiğim tüm haberler yeni bir dünyadan bahsediyordu ve o dünyada her şeyin sanal ortama taşınacağı ile ilgiliydi. Bu benim için oldukça kafa karıştırıcı idi doğrusu. Geçmişte de kafam çok karıştığında ya da dünya dertleri fazla geldiğinde, karşıma bir tuval koyup güzel bir müzik eşliğinde dünyadan uzaklaştığım için bu kez de aynısını yaptım. Sadece baş edemediğim bir durumdan uzaklaşmak ya da direncimi arttırmak için, ilerde izleyiciye sunmak düşüncesi ile değil. 2020 nisan ayından itibaren her zaman ki gibi atölyeye her gün gelip, çalışarak geçirdim bu süreci ‘’normalleşme’’ ye kadar. Ve neyse ki sergiler yavaş yavaş açılmaya başlayınca, ben de yalnız ürettiğim çalışmalarıma izleyicilerle tekrar, beraberce bakmaya ve paylaşmaya karar verdim.

 

-Kırılma noktalarımız oluyor. Pandemi de pek çoğumuz için öyle oldu. Kimi sanatçılara farklı perspektifler kazandırdı veya kimisinin üretim hevesini yok etti. Siz üreterek süreçle başa çıktınız. Üretim anlarınızın dışında gerçekle tekrar bağ kurduğunuzu sanıyorum. Kaygıdan beslenmek ve üretmek nasıldı? Ne hissettirdi?

 

-Söylediğim gibi üretmeye başladıktan sonra en azından günün büyük bir bölümünde kaygılarımdan uzaklaşıyordum. Ne yapacağızı düşünmek ve hiç bilemediğimiz bir geleceği planlamak yerine mental ve fiziksel olarak sağlıklı kalmak ve yapabildiğim en iyi şeyi yapmak yeterli geldi yani sergi yazımda da söylediğim gibi ‘’ …kayıp zaman içinde kaybolmama çabası ile sanata sığınmak ‘’  Belki de bu yüzden bu dönemde ürettiğim resimlerim bu güne kadar ki en renkli resimlerim oldu. Sanırım renklerle dayanıştım onlardan güç aldım. Sergi salonunda hepsine bir arada baktığınızda her ne kadar karantina ve pandemi döneminin sıkıntısı hissedilse de renklerin bana verdiği gücü sanırım izleyenler de aldı. Sıkıntılı ve belirsizliklerle geçen bir dönemi hatırladılar ama asla karamsarlık ve umutsuzluk hissetmediler. Çünkü genel olarak aldığım tepki bu yönde oldu.

 

-Yeni projeleriniz var mı?

 

-Biliyorsunuz ben yaklaşık 10 senedir resimlerimi kağıtları parçalayıp tuval üzerine boyaymış gibi yapıştırarak yapıyorum.Yani kağıtla boya efekti yaratmaya çalışıyorum. Resimlerime bakanlar boyayla yaptığımı düşünüyorlar oysa ki fırça boya kullanmadan, tamamen kağıtla ve kolaj tekniği ile yapıyorum. Ve bu malzeme bana çalışma esnasında değişik ve yeni yollar açıyor ve onun üzerine gidiyorum. Bu son dönem işlerimi üretirken  de açtığı yeni yollar, fikirler oldu. Ben yine heyecanla o yollara dalıp yeni resimler üretmeye devam edeceğim.

Kağıdın İzinde 12 Marta kadar uzatıldı

9 Ocak –12 Mart


Evin Sanat Galerisi 9 Ocak – 12 Mart tarihleri arasında ülkemiz sanatının 20. yüzyıl ustaları ve günümüz sanatçılarını “Kağıdın İzinde” isimli sergide bir araya getirerek; kağıt üzerine ve kağıt ile üretilen eserleri izleyici ile buluşturuyor.

Kağıdın tarihine ve sanatçıların kağıt ile ürettikleri eserlerin evrenselliğine odaklanan “Kağıdın İzinde” sergisi, kağıt üzerine üretilmiş yapıtların dışında, not kağıdına çizilmiş eskizleri, belki daha önce başka bir amaç için kullanılmış bir mukavva parçasına çizilmiş geçmişten notları ve yazışmaları barındırıyor.

Kağıdın İzinde isimli sergide; Eren Eyüpoğlu, Nuri İyem, Selim Turan, Avni Arbaş, Nedim Günsür, Neş’e Erdok, Cengiz Çekil, Rahmi Aksungur, Cansen Ercan, Temür Köran, Hakan Gürsoytrak, Buket Güreli, Nalan Yırtmaç, Zulal, Hakan Cingöz, Emin Turan ve Setenay Alpsoy’un çalışmaları yer alacak.

Çok yönlü bir malzeme olan kağıdın insanlık tarihinde akla gelebilen her alanda kullanılması ve hala kullanılmakta oluşu üzerine inşa edilen Kağıdın İzinde, 29 Şubat 2020 tarihine kadar Evin Sanat Galerisi’nde görülebilecek. Lothar Müller’in Beyaz Büyü’de kağıt için dediği gibi; “Üzerine yazı yazabilir, çizebilir, baskı yapabiliriz; onu yırtabilir, buruşturabilir ya da katlayabiliriz. Kağıt büyülü bir cisim ve başka hiçbir şey modern dünyanın gelişimine onun kadar katkı sağlamadı, hatta insanı bu denli değiştirmedi. Kutsal kitaplardan iskambil kağıdına, banknottan gazeteye, tuvalet kağıdından hisse senedine, boş sayfalardan başyapıtlara her alanda, her sınıfın, her an hayatında.”

3. Internationale Art Thessaloniki Contemporary Art Fair

3. Internationale Art Thessaloniki Contemporary Art Fair ; 22 / 25 kasım 2018 tarihleri arasında Yunan ve uluslararası galeri ve sanatçıları bünyesinde buluşturuyor. İlk senesinde Türkiye’nin de içinde bulunduğu 9 farklı ülkeden 25 galeri, 7 proje ve 25 müzenin katılımıyla gerçekleşen Art Thessaloniki’de bu sene; 23 galerigaleri, 13 proje ve 3 müze yer alıyor. Romanya, Hollanda, Arnavutluk, Belçika, Amerika, İtalya ve Rusya’dan galerilerin katıldığı fuarda Türkiye’den de iki galeri yer alıyor.

Fuara bu yıl katılan Vandiri Art NYC, USA galerisinde ise; Temür Köran, Memet Güreli, Yonca Saraçoğlu, Eyüp Öz, Gogo Simili, Buket Güreli, Taner Güven’in eserleri sergileniyor.

Organizasyon ve artistik direktörlüğünü, estetik dokunuşlarıyla, fuarın açılışının ilk senesinden beri ilgi toplayarak devam ettiren; Pantelis Tsatsis üstleniyor. Açıldığı sene 2016’da 10 bine yakın sanat severin katıldığı fuar her geçen yıl daha büyük bir başarıya imza atıyor.

Fuarın proje bünyesinden bazıları, Yunanistan’ın son yıllardaki ekonomik krizini ele alan “ARC”, Yakumo Koizumi’nin insanın benliğini sorgulatan ve düşündüren “Where Clouds Are Born” ve Theodoros Stamos’un Yannis Katomeris tarafından yönetilen kısa filmi “The Irascible of Color”.

Bu senenin onur konuğu sanatçısı ise; 93 yaşındaki, Yunan asıllı, usta heykeltıraş; Vassilakis Takis. Eserlerinde elektro manyetiğin görünmez gücünü kullanan deha sanatçının heykelleri Paris’in sokaklarından sonra bu sefer Art Thessaloniki’yi süsleyecek. Fuarda aynı zamanda “Medical Centre of Nea Michaniona” yararına açık arttırma düzenlenecek. “ART THESSALONIKI INTERNATIONAL” fuarı 22 Kasım 2018’den 25 Kasım 2018 tarihine kadar sürecek.

 

http://art-thessaloniki.helexpo.gr/en

KORUNAKSIZ BUKET GÜRELİ

17 ekim / 09 kasım 2018


ÇİĞDEM ZEYTİN

‘’KORUNAKSIZ’’ sergisi üzerine

Issız bir boşluk uzanıyor içimde

etrafımda kalabalıklar

onların boşlukları da uzanıyor sonsuza,

bildiğim tek şey bilinmezlik

ve bilmediğim şey ise bildiklerim…

Buket Güreli yeni sergisinde bizi tenlerin ıssızlığında var ettiği endişelerimizle buluşturuyor. Özellikle kadın teninin çıplaklığının bir adım ötesinde bedenlerin duruşlarında asılı kalıyoruz; biraz tedirgin, biraz anlamaya yeksan.

Tanıdık geliyor bir süre sonra yüzlerini göremediğimiz figürler. Sanki bir akşam sohbetinde arkadaşlarla laflarken bacaklarımızı sıkıştırıp kollarımızı kenetlediğimiz huzursuz akşamlarımızda olduğu gibi içe dönük oturuyor figürlerden biri. Bir diğeri; her akşam yatağa girdiğimizde parçası olmaktan endişe ettiğimiz ve her gün maruz kaldığımız tanımsız yeni dünyamızı yok sayarak başına çekiyor battaniyeyi. Yine de bedeni her olasılığa, her zorluğa ve tekinsizliğe açık…

Zihnimizi örtmeye çalışsak da; bedenlerimiz konuşuyor sanki içinde bulunduğumuz dönemin gerçeklerini. Yeni bir dünyanın yeni gerçekleri, korkuları, belirsizlikleri ve söylenceleri. Eskiden kentteki bireyin yalnızlığından söz edebilirdik mesela sanat yazılarında fakat artık küçülen ve kalabalıklaşan dünyanın tam ortasında yeni dönemin getirdiği olanaklarla olanaksızlaşan yaşamlara sahibiz. İşte tam da bu yüzden bedenlerimiz titrek, bedenlerimiz tedirgin, beklentili ve bir o kadar umutsuz bir varoluşla yaşıyorlar her günü.

 

Endişeyi Örtmek

Bazı figürleri saran, kuşatan, belki de koruyan örtüler dikkatimizi çekiyor tuvallerin arasında. Yer yer bedenlerini örtmüş figürlerin kullandıkları örtüler ellerinde tutunabilecekleri ne varsa yamayarak yarattıkları birer sipere dönüşmüş sanki. Her an kendilerini gizleyebilecekleri, muhafaza edebilecekleri örtülerle tetikte bir duruş sergiliyorlar. Örtü; metafor olarak değerlendirdiğimizde doğası gereği yumuşak ve kucaklayan bir obje olmasına rağmen Güreli’nin resimlerinde köşeli parçalarla form kazanmış. Sıcak, sarılıp sarmalananıp gezdiğiniz, güvenle uyuduğunuz mutlu bir dünyaya değil, aksine hızlı ve pratik bir dünyaya ait ve temel ihtiyaç olan örtünme ihtiyacını karşılamak üzere üretilmiş gibiler.

 

Çıplak Gerçek 

Peki neden nü ve özellikle kadın nülerle karşı karşıyayız? Sanat tarihinde alegorik yani kinayeli kadın nü kullanımına çok fazla örnek verebiliriz. Bununla birlikte örnekleri çok olsa da sanat tarihinde iki tip kadın nü kullanımı vardır. Biri arzu nesnesi olarak çizilen röntgenlenmeye açık, duru ve zarif kadın tasvirleriyken, diğeri ise tam tersi kadınların çıplaklıklarının alt metinleriyle izleyicisini sarstığı, dönemin politik, sosyolojik ve toplumsal gerçekleriyle yüzleştirdiği estetik kaygılardan uzak tasvirlerdir. Tıpkı Fransız sanatçı Jean Leon Gerome’un resmettiği “Truth Coming Out Of Her Well To Shame Mankind” yani “İnsanlığı Utandırmak İçin Kuyudan Çıkan Gerçek” adlı eserinde olduğu gibi…

Buket Güreli’nin nüleri de yüzyıllardır erkin tahakkümüyle metalaşan ve hangi medeni seviyede olursak olalım belki de çağların derinliklerinden gelen kaygıyı taşıyan kadın bedenlerinden oluşuyor. Tıpkı çevresel etkenlerden korunmak gibi basit bir amaç için değil de, toplumsal cinsiyet rollerinin biçtiği kostümlere bürünmeye sürüklenmiş, tetikte olmayı bellek haritalarında taşıyan kadın bedenlerinde olduğu gibi Buket Güreli de kadının bedeninin çıplaklığının taşıdığı tedirginliği tuvallerine taşıyarak yansıtmış zamanın ruhunu.

 

Tekniğin Geçirgen Doğası

Kullandığı teknik ise figürlerin içlerinde bulundukları belirsizliği neredeyse olduğu gibi hissettiriyor. Sadece kağıtlarla kolaj tekniğini kullanarak hayat verdiği figürlerin bedenleri o kadar kırılgan ki adete ışık hüzmeleri tenlerinin sınırlarından geçerek sonsuzlukta kayboluyorlar. Figürlerin sadece bedenleri değil aynı zamanda tenlerindeki ışık da bir o kadar huzursuz. Karanlığın iktidarında titreşen küçük ışıklar gibi naif ve solgun ama umutlu bir halde tuvalin kadrajında salınıyorlar.

Buket Güreli Korunak adlı sergisinde; genelde Türkiye’de sanat üretiminde çokça gördüğümüz iktidar ve dönem eleştirisini yaparken kendini ifşa eden görsel sembollerle anlatımcı bir yol seçmek yerine, bireylerin kendi dünyalarında ve sosyal akışlarında beden dilleriyle sessizce anlattıkları huzursuz dünyayı resmediyor. Karanlığın aydınlıktan bağımsız olamayacağı gerçeğini de yanına alarak tuvallerine umudu taşımayı da unutmuyor.

 


 

‘UNSHELTERED’ by Buket Güreli

A desolate void stretches within me,

Crowds all around

Their void stretches to infinity

The unknown is all that I know

And all I do not know is my knowledge….

In her latest exhibition, Buket Güreli brings us together with our anxieties she’s conjured up at the desolace of flesh. We’re suspended a step beyond the nudity of especially the female body, with the posture of the bodies; part anxious, part at the cusp of comprehension.

Faces that, albeit familiar, are unseen after a while. One of the figures sits in a pose, with locked limbs and introverted, similar to one we’d have during an evening chatter amongst friends. Another pulls up the blanket, as if to ignore the new world to which we’re constantly exposed and of whose part we’re anxious to be a part. Yet, her body is exposed to all possibilities, all hardships and all uncanniness.

Though we want to cover our minds, it is as if our bodies speak the truths of the era we live in. New truths, fears, uncertainties and narratives of a new world. For instance, in artistic texts, we used to be able to speak of the solitude of the individual in the city, but we have lives that become impossible with the possibilities in the midst of a shrinking world and swelling crowds. Just for this reason, our bodies are trembling, anxious, expectant and they live each day with just as hopeless an existence.

 

Concealing Anxiety

Amongst the canvasses, we notice covers than wrap, surround and even protect certain figures. The covers clutched by the figures to wrap themselves transform into shields which they had cobbled together from whatever they get their hands on. With their covers, they strike a pose in which they could conceal and defend themselves. Considered as a metaphor, despite being a soft and embracing object, the cover in Güreli’s works assumes an angular form. It’s as if the covers were produced not for a contented world, in which you wrap yourself in cosiness and sleep in peaceful security, but instead for a world that is fast and practical, and in which the primary need is to take cover.

 

Naked Truth

Then, why the nude and why are we up against specifically female nudes? In the history of art, we can find copious examples of allegorical uses of the female nude. Although the examples are numerous, there are two types of female nude in art history. The first, the nude as an object of desire, is simple and graceful, also open to voyeurism, while the other is the one whereby the nudity shakes the viewer with its subtext and are distant to aesthetic concerns in favour of confronting the spectator with the political, sociological and social realities of their period. As French artist Leon Gerome has depicted in his Truth Coming Out Of Her Well To Shame Mankind..

Buket Güreli’s nudes consist of the bodies of women that are commodified through centuries of male domination and that bear the anxiety of ages, regardless of our level of civilization. Just like the bodies of women who maintain vigilance and who have opted to assume the costumes dictated by the sexist roles of society instead of protecting oneself from the elements, Buket Güreli has also reflected the spirit of the times by bringing the anxiety of the nude body of women into the canvas.

 

The Transparent Nature of Technique

Her chosen technique almost completely convey the uncertainty of the figures. The figures, which she created simply through paper and collages, are so fragile that rays of light almost pass through the borders of their skin and disappear into infinity. Not only the bodies of the figures, but also the light upon their bodies is ever so restless. Like tiny lights flickering under the reign of darkness, they are naive and pale, but they also sway hopefully within the canvas.

In Buket Güreli’s exhibition, Shelter, conducts the oft-encountered critique of power and times, while also depicting the restless world of individuals that is conveyed silently in their social flow via their body language, instead of taking an expressive route of self-expositional visual symbols. Not omitting that darkness cannot exist without light, she minds to bear hope into her canvasses.

26. Art-İst Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı

 

ADA

“Aynı anda savaşa ve barışa hazırlanılamaz” 

Einstein

Globalleşen dünyada; Küreselleşme politikaları ve hegemonya savaşları, ülkemizin de içinde yer aldığı coğrafyada, vicdanlarımızın kaldıramayacağı kadar korkunç bir insanlık dramı yaşatıyor. Aklın Uykusu’ndan ne zaman çıkılacak ve adeta bir can pazarına dönen bölge ve ülkemiz ne zaman normalleşecek?

”Küreseleşme süreci; savaşlar, soykırımlar, katliamlar, sürgünler, ekolojik felaketler ve bunların ardından yaşanan travmalar 21.yy’ın deneyimine damgasını vurdu.” Çağrı metninde özetlenen yakın tarihe ilişkin bu değerlendirmeye bakarsak ister istemez şu soruyu sormak gerekiyor; insanlık bunu hak ediyor mu? Kim, kiminle, ne için savaşıyor? Kim haklıydı, kim haksız? Başka bir dünya düşünden, umuttan uzak, benden sonrası tufan mı diyeceğiz? Avrupa’nın ve Akdenizin kıyılarına vuran trajediye seyirci mi kalacağız? Dünya siyasetine yön verenler ve basiretsiz dünya liderlerinin mahareti ile yaşatılan bu travmanın patolojik sonuçları, savaş kültürünün giderek toplumların yaşam normu haline gelmesi halinde acının iktidarı kaçınılmaz olmaz mı?

Yine 21.yy’ın deneyimleri göstermiştir ki; Estetik potansiyeli sayesinde sanat, nesnel dünyanın eleştirel bir tutumla özümseyerek kavranmasında öncü bir rol üstlenerek, geçmişi, bugünü ve geleceği oluşturmada sayısız köprüler kurmamıza yardımcı olmuştur. Yaşamın deneyiminden damıttığı “öz”leri estetik formun kendi yasalarına uygun tarzda, bir başka umudun düşünü kurar ve taşıyıcısı olmayı sürdürür. Umudun da karamsarlığın da nedeni olan insanın, bu ruh halinden çıkmasına yardımcı olur. Buna rağmen; Yaşanılan bu ağır ve acıtıcı gündem karşısında, sanatçıların yaratma edimi absürdleşmekle birlikte zaman zaman da etkisini yitirerek sıradanlaşabiliyor ve sanatçılar kendi üretimlerine yabancılaşma durumuyla karşı karşıya kalıyorlar. Gezi ve diğer süreçlerde olduğu gibi.

Ülkemizin adeta yazgısı gibi 1980 darbe sürecinin hemen akabinde sahneye neo-liberal politikalar ve serbest piyasa ekonomisinin konması sonucunda, çarpık da olsa, sanat piyasasından henüz yeni söz edilir olmuştu. Sınırlı sayıda sanat kurumu ve galeriler varlıklarını zor sürdürür durumda iken, bireysel ve kolektif pratikler içerisinde şekillenen estetik deneyler henüz yeni ivme kazanmaya başlamıştı. Ardından gelen sanatın finansallaşması ve sponsorlu sanat dönemi başka sorunları da beraberinde getirdi. 2000’li yılların ardından uluslararası aktörlerin de devreye girmesi ile finansallaşması dolayısıyla sanatın araçsallaştırılması süreci hız kazandı. Ülkemizde fuar etkinliği bağlamında öncü olan, Tüyap Sanat Fuarı’nın merkezin dışında konumlanışının ardından, farklı finansal grupların yer aldığı çok sayıda fuar etkinliği adeta bir fuar enflasyonu yarattı. Tüyap çalkantılı giden ülke ekonomisi ve istikrarsızlığa karşın, fiziksel olarak merkezin dışında olmasına rağmen üstlendiği misyonu belirgin bir ciddiyetle sürdürmeye çalıştı.

Bu yıl 26.’sı gerçekleşen Art-İst Uluslararası Sanat Fuarı ‘’Umulmadık Topraklar’’ başlığı altında, ülkede ve hemen yakın çeperimizde gerçekleşen insanlık trajedisine işaret ederek, ülkemiz sanat ortamındaki kurumları ve yaratıcılarını bu konuda yaratıma ve düşünmeye davet etti. Adasanat kuruluşundan bu yana sürdürdüğü alternatif, eleştirel, kolektif ve bağımsız tavrıyla bu davete cevap verdi.

Adasanat bir galeri değildir; iki sanatçının bağımsız sanat çalışmalarını yürütmek üzere oluşturduğu bir yapıdır. Bir atölye, bir üretim mekanıdır. Aynı zamanda iki sanatçının birikimlerini düzeyli bir deneyim paylaşımı anlayışıyla, sanat kariyerlerinin başlangıcındaki gençlere ve kimi zaman yetişkinlere aktardığı bir eğitim kurumudur.

2000’li yılların başlarında, taşındığı mekanda yeniden yapılanarak, bağımsız bir sanat platformu, bir sanatçı inisiyatifi formu kazanmıştır. Mekanın fiziki şartlarını dönüştürerek çok amaçlı bir etkinlik salonu oluşturmuş, görsel sanatlar odaklı pek çok projeye ev sahipliği yapmıştır.

Adasanat kurulduğu günden bu yana, kısıtlı imkanlarını kullanarak ticari beklentilerden uzak, finansallaşan kültür-sanat alanının dışında, bireysel ve kolektif pratiklere alan açmaya çaba gösterdi. Söz konusu edimleri ve projeleri gerçekleştirirken katı ve kuralcı olmaktan uzak bir tavırla, kendini sınırlandırmadan esnek ve olabildiğince bağımsız, özgür ve yaratıcılığı tetikleyen bir “ADA” olmaya çalıştı. Adasanat misyonunu yerine getirirken, başta sanat alanında olmak üzere, yaşadığımız yerkürenin sorunlarına eleştirel, sorgulayıcı bir çerçeveden bakma konusunda nitelik ve içerik bağlamında sorumlu ve duyarlı olmaya çalıştı.

26 yıllık oluşum sürecinde, son on yılı aşan dönemde, periyodik olmasa da 20’nin üzerinde etkinliği sanat izleyicisiyle buluşturdu. Tekil sergilerin yanı sıra ‘’34 İst 2010’’ “Zaman aşımı”, ‘’Yüzdeyüz Barış”, gibi, yakın tarihimizden kimi olguları tekrar gündeme taşıyan, tartışmaya açan projelerle geniş katılımlı sergiler gerçekleştirdi. Bu projelerin bazılarını da partner sanat kurumlarıyla birlikte organize etti.

Türkiye’de sanatçılar için hayatta kalmak giderek zorlaşırken, Adasanat gibi yapılara daha çok ihtiyacı olacağını düşünüyoruz. Bu deneyimi olanaklarımız ölçüsünde sürdürmenin önemli olduğuna inanıyoruz.

Memet Güreli / Buket Güreli

Değiş Tokuş para geçmeyen sanat mezatı

Bu yıl üçüncüsü düzenlenecek olan Değiş Tokuş Sergi 15-17 Nisan’da Adasanat’ta sanatseverlerle buluşuyor.

Paranın geçmediği sanat mezatı” olarak adlandırılan ve bu yıl üçüncüsü düzenlenen sergide 40’ı aşkın sanatçının eseri yer alacak. Katılımcıların takas yöntemiyle eserlere teklif verdiği karma bir çağdaş sanat sergisi olan Değiş Tokuş Sergi’de resimden heykele, özgün baskıdan seramiğe, fotoğraftan illüstrasyona kadar farklı kategorilerde eserler sergileniyor. Alıcılar sergi süresince beğendikleri eserlerin yanlarına yapıştırdıkları küçük post-it kâğıtların üzerine tekliflerini yazıyor. Bu teklifler para hariç her şeyi içerebiliyor.

Değiş Tokuş Sergi sanata daha uzak duran kitleyi ısındırmayı hedeflerken, tecrübeli ve genç sanatçıları aynı sergide buluşturuyor. İlk kez 2011 yılında hayata geçen sergiye gösterilen ilgiden çok memnun olduklarını belirten serginin organizatörleri Güray Oskay, Céline Feyzioğlu ve Sibel Özdoğan, “Değiş Tokuş Sergi gibi sergiler piyasa ilişkilerine karşı bir alternatif sunuyor, yapıtla doğrudan ilişki kurmayı sağlıyor” diyorlar. Daha önceki sergilerde binden fazla teklif aldıklarını kaydeden ekip şöyle devam ediyor: “İnsanların verecekleri şeylerin sınırı yok… Bonibon kapağı koleksiyonunu vermek isteyen de, yıllık tıbbi konsültasyon öneren doktorlar da oluyor. Sergiye katılanların istedikleri bir sanat eseri için para dışında bir şey düşünüp, hayal güçlerini harekete geçirmeleri gerekiyor.”

Değiş Tokuş Sergi’yle ilgili ayrıntılı bilgiyi www.degistokussergi.org adresinden edinebilirsiniz.

Adres: İstiklal Caddesi Aznavur Pasajı No:108 Kat:9 34440 Galatasaray İstanbul Türkiye
Telefon: 0212 245 56 23 – 0212 245 35 0

Arka Bahçe / Buket Güreli Resim Sergisi

25 Şubat / 13 Mart 2016


 

ADASANAT

Buket Güreli’nin “Arka Bahçe”si Üzerine

Emre Zeytinoğlu

Bir resim bize ne anlatır? Belki ilk bakışta birtakım olaylar, durumlar, kişiler, doğa parçaları, mekânlar vb… Sonra bunlar hakkında oluşturulmuş biçimlerin birbirleriyle kurdukları ilişkiler… Tüm bunlardan da bir duygu çıkartmamızı ister resim… Basitçe öne sürülmüş gibi görülen bu tanım, aslında resmin derinine açılan, giderek onun yapısını belirleyen bir yolun da işaretidir; resimdeki “şey”lerin bir araya gelişlerinin her defasında başka bir algısı ve dolayısıyla başka bir duygusu oluşur. Açıkçası burada bir kompozisyondan söz ediyoruz. Başka türlü söylemek gerekirse, estetikten söz ediyoruz; “şey”lerin önemsizleştiği, onların salt “resim” olduğu bir durumdan…

Yalnızca resmin değil, tüm sanatların tanımıdır kompozisyon. Ve bir kompozisyon farklı algılar yaratmak, bunun uzantısında da farklı duygular açığa çıkartmak adına oluşturulmuş bir ilişkiler yumağı sunar. Eğer bir kompozisyonun işlevi “estetik” sözcüğü ile aynı anlamda anılıyorsa, sırtımızı dayadığımız şu referans bize güven sağlayacaktır: Yunanlılar “estetik” sözcüğünü beş duyu ile “algılamak” anlamında kullanırlardı, ama aynı zamanda da bu algının doğurduğu “duygular” için de kullanırlardı. O halde bir kompozisyonun estetik niteliğinden konu açıyorsak, bir yandan da onun ilişkiler yumağı haline gelip alışılmamış algılar ve alışılmamış duygular yaratma yetisinden de konu açıyoruz. Ve o halde estetik bir kompozisyon, algıları esnetmekte ve daha önce hiç deneyimlenmemiş duyguları da var etmekte gecikmeyecektir. İşte bu yazının hemen girişinde sorduğumuz soru, yanıtını buluverir: Bir resim bizde derinleşen duygulara yol açar; kendi içimizde bir seyahate çıkmak, tuhaf deneyimlere ve duygulara yuvarlanmaktır bir resim…

Demek ki resim, içine topladığı her tür algı malzemesinin bileşikleri ile sunulan bir şey olmalıdır; kompozisyon ise o bileşiklerin bütünü halinde, herkese açılmış davetkâr bir “ön bahçe”dir. Evet, hiç kuşku yoktur ki bu sunulan “ön bahçe”, algı malzemelerinin bileşikleriyle oluşturulmuştur; hatta Gilles Deleuze ve Felix Guattari “Felsefe Nedir?” adlı kitaplarında, çok kesin biçimde şöyle yazmışlardır: “Kompozisyon, yine kompozisyon, bu sanatın tek tanımıdır. Kompozisyon estetiktir ve bileşiklerle oluşturulmamış şey bir sanat yapıtı değildir.” İki yazarın tümceleri bir an içimizi rahatlatır; estetiği ve kompozisyonu bir arada düşündüğümüzde, kendimizi bir resmin gizemini çözüvermiş gibi hissederiz. Bu olabilir.

Oysa bu noktada açıklığa kavuşturulması gereken çapraşık bir durum gündeme gelir, zihnimizde beliren bir soru kafamızı oymaya koyulmuştur: Pekiyi bir “kompozisyon”dan neyi kast ediyoruz?  Yukarıda “bileşiklerin bütünü” diye öne sürdüğümüz şey midir o kompozisyon? Bu tanım, estetiğin var olması açısından tatminkâr mıdır? Buna rahatça “evet” yanıtı vermekte tereddüt ederiz ve biraz geri dururuz; çünkü bilimi ilgilendiren alanlarda da “kompozisyon” sözcüğünün geçtiğini anımsarız. Hemen ardından matematiğin, kimyanın, fiziğin, anatominin vb. teknik kompozisyonlarla uğraştığını da anımsarız. O teknik kompozisyonlar, estetik kompozisyonlar gibi kendi malzemelerinden bileşikler ortaya koyarlar ve bütünlükler haline gelirler ki onların da varlıkları, yine bir yaratıcılığa borçludur.

Öyleyse estetik bir kompozisyon nedir? Zihnimize yerleşen sorunun yanıtını henüz bulabilmiş değiliz. Üstelik şimdi bir de bu soruya bağlı olarak, şöyle sorular belirmektedir: Kompozisyondaki bileşikler, estetik ve teknik olarak nasıl ayrılmaktadır? Hangi tip bileşikler bilimi, hangi tip bileşikler sanatı ilgilendirmektedir? Ya da şu soru: Estetik ve teknik bileşiklerin kompozisyonları, tümüyle ayrı şeyler mi?  İlk bakışta ayrı gibi duruyor. Öyle ya; teknik bileşiklerin kompozisyonlarından türetilmiş bazı formüller ile estetik kompozisyonların duygu dünyaları nasıl bir araya gelebilir ki? Bu ayrımı yapabildiğimiz ölçüde yine bir rahatlama mı hissedeceğiz? Sürekli ürettiğimiz soruların yanıtlarına kolayca ulaşmış olduğumuzu mu sanacağız? Pek öyle değil, yine de bir rahatsızlık duyuyoruz, bir şeylerin yanıtsız kaldığı kuşkusunu sürdürüyoruz… Nedir o kafamızı kurcalamaya devam eden şey? Şu: Bir resmin ya da daha genelde herhangi bir sanat yapıtının teknikten ibaret kalmadığı konusunda kesin bir karara sahibiz, sanat teknik bir çözümleme işi değildir, bu doğru; ne var ki bir yandan da şöyle bir şey düşünüyoruz: Her sanatçının yapıtlarında, kendilerine ait teknikler yok mudur? Bunun da ötesinde o yapıtları özgün kılan şey, en fazla o teknik buluşlar değil midir? Ama en uç noktada sanatçı-öznenin özerkliği, o teknik buluşlarla belirlenmez mi?

Bir kez daha Deleuze ve Guattari’nin kitabına göz atalım, orada şöyle bir tümceyle karşılaşıyoruz: “Bir sanat yapıtı asla teknik tarafından ya da teknik için yapılmamıştır.” Yazarlar bu tümceyle, bir sanat yapıtı için tekniğin bir “hiç” olduğunu öne sürüyorlar ve estetik bir kompozisyonun mutlak gerekliliğini savunuyorlar. Bu durumda onlar da mı teknik ile estetik arasında bir ayrımı dayatmaya çalışıyorlar? Fakat öyle değil; tümcenin devamını okuduğumuzda, teknik konusunda ansızın daha açık bir düşünceyle karşı karşıya geliyoruz: “Şüphesiz, teknik her sanatçıya ve her yapıta göre bireyselleşen pek çok şeyi içerir: Edebiyatta sözcükler ve sözdizimi; resimde yalnızca tuval değil, ama tuvalin hazırlanışı, boya maddeleri, onların birbirlerine karıştırılması, perspektif yöntemleri; ya da batı müziğinin on iki sesi, müzik aletleri, skalalar, perdeler…” 

Galiba burada, “estetik kompozisyon” tanımı üzerine bir saptama yapabilme olanağına yaklaşıyoruz ve şöyle bir şey düşünmeye başlıyoruz: Bir kompozisyonun estetik olabilmesi için ya da onun bileşik bir yapı içerebilmesi için, şu âna kadar ayrı ayrı tanımladığımız iki kompozisyon yapısını örtüştürmemiz kaçınılmaz oluyor. Daha açık bir ifadeyle: Estetik bir kompozisyon, teknik kompozisyonu da içinde barındırabildiği kadar “estetik” olabiliyor; “bileşiklerin bütünlüğü” denilen de bu olmalı… Ve son tümceyi de okuduğumuzda, bu konuda artık hiçbir kuşkumuz kalmayacak: “Ve iki düzlem, teknik kompozisyon düzlemiyle estetik kompozisyon düzlemi arasındaki ilişki, tarihsel olarak hiç durmaksızın değişir.” Çok net: İki kompozisyon arasında mutlak bir ilişkiden söz ediliyor… Bununla birlikte estetik kompozisyonun değişimi, bu ilişki içinde, teknik kompozisyonun değişimine (de) bağlanıyor.

Saptamalarımızın son haline varmış bulunuyoruz: Sunulan bir estetik kompozisyon mademki herkese açık, davetkâr bir “ön bahçe”dir, ama onun içine sızmış ve tam anlamıyla onunla örtüşmüş olan teknik kompozisyon da bir “arka bahçe”dir. Sanatçının bağımsız öznesini içeren, o öznenin tüm kararsız arayış süreçlerini kavrayan, sonuçta da ona bir çıkış yolu gösteren şey, bu “arka bahçe”nin ta kendisidir; “ön bahçe”nin davetkârlığa hazırlanması sürecinde, her şey “arka bahçe”de olup biter. Yine de bizim bir sergide, bir konser salonunda, edebi bir kitapta vb. izini sürdüğümüz ne varsa, estetik kompozisyondur: İki kompozisyon düzleminin birbirlerine sızdığı “ön bahçe”dir…

Şimdi Buket Güreli’nin resimlerine gelelim; sanatçı bu sergisindeki yapıtlarıyla, sanki bize bir oyun oynuyor: Mekâna yerleşmiş resimler, tartışmasız biçimde “ön bahçe”dir; bunun tek bir nedeni vardır ki o da “sunuluyor” olmasıdır. Biz de o mekânda hemen şunu düşünürüz: Estetik kompozisyonlardır bunlar… Ve içlerine iyice işlemiş, orada iyice gizlenmiş teknik yapısıyla birlikte… Bir alışkanlığın uzantısında ise şöyle deriz: “Demek ki ‘ön bahçe’ye davet edildik ve işte oradayız; zaten estetik bir kompozisyonda ‘arka bahçe’yi görebilmemiz mümkün değil, gerekli de değil.” Tuvallerin yüzeylerine yayılmış biçimlere, onların bir kompozisyona nasıl uyarlandığına bakarız. Oralarda gördüklerimiz, bir bahçe, bir orman, birkaç insan ve hayvan figürü ve bazı eşyalardır. Belki biraz basit buluruz bunları… Resimler ne anlatmaktadır? Çok açık itiraf etmeliyiz ki bu kompozisyonların bizi sarstığı, deneyim ve duygu dünyamızı derinleştirdiği ya da olmadık durumlarla yüz yüze bıraktığı gibi bir hisse kapılmayız. Daha önce vurguladığımız üzere, tuvallerin yüzeylerinde gezinip durmaktayızdır çünkü… Oralarda “ilginç” bir şeyler aramaktayızdır ve bulduğumuzla yetinmek zorundayızdır.

Oysa sanatçının oynadığı oyunu fark edebilenler, bu resimlerin önlerinde çok daha uzun bir zaman geçirmek durumunda kalacaklardır; bunlar “ön bahçe”nin değil, büyük ölçüde “arka bahçe”nin sunulduğu resimlerdir. Başka türlü söyleyişle, sanatçıların genellikle gizlediği ya da estetik kompozisyonun bileşiği olarak kullandığı “arka bahçe”ye, Buket Güreli daha fazla izin vermiş ve neredeyse onu doğrudan doğruya kendi sergisinin odak noktasına yerleştirmiştir. Bahçeler yer değiştirmiştir; “arka bahçe” “ön bahçe”ye dönüştürülmüştür. O zaman biz izleyiciler, “arka bahçe”nin ayrıntılarına dalmak zorunda kalırız, asıl seyredeceğimiz şey o olur. Nasıl ki sanat tarihinde rastladığımız gibi, yalnızca tek bir renge boyanmış bir tuvalde, yüzeydeki fırça kıpırtılarına takılıp kalmak zorundaysak, bu sergideki resimlerde de bazı lekelere ve boşluklara takılıp kalmak zorundayızdır. Uzaktan boya kütleleri halinde algıladığımız, kendi içlerinde yoğunlaşıp seyrelen o kütleler, ortaya bazı “öyküsellikler” çıkartsa da göreceğimiz şeyler bunlar değildir; bunların nasıl şaşırtıcı bir teknikle meydana getirildiğidir: Birbirlerini tamamlayarak zengin etkiler yaratan kâğıt parçaları… Bunlardan oluşmuş geniş lekeler… Kimi yerlerde saydamlaşan, kimi yerlerde yoğunlaşan, kimi yerlerde de boya ile desteklenen alanlar… Bu etkiler, kabaca bir bakışla boyayı andırsa da bir “kolaj mantığı” taşımaktadır. Dikkatli bir izleyici bundan böyle, o resimlerin hangi öyküleri anlattığına değil de “nasıl” anlattığına bakacaktır.

Sonuç olarak, bu serginin izleyiciye sorduğu bir soru vardır. Sergi, yazının başında da belirttiğimiz gibi şunu sorar: Bir resim bize ne anlatır? Sunulmuş bir “ön bahçe”de olup biteni mi? Bu olabilir, ama bundan mı ibarettir bir resmin anlattığı? Ya “arka bahçe”de olup bitenler ne olacak? O halde bir resim “arka bahçe”sini bize açtığında, ondan ne anlayacağız? Bu sorunun yanıtı çok zor sayılmaz: Bir resmin “ne olduğu”nu anlayacağız… Basit ya da karmaşık, anlattığı tüm öykülerin dışında… Salt bir resmin ne olduğunu… Onun doğuş serüveninin iç yüzünü… Bu süreç de bir deneyim ve bir duygu kaynağı olabiliyorsa, elbette estetiktir. Buket Güreli’nin resimlerinde görüldüğü üzere…

 

TÜYAP ‘Artist 2015 25. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı

Adasanat, 7-15 Kasım 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan TÜYAP ‘Artist 2015′ 25. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı’na 16 sanatçı ile katılıyor.

Adasanat’ın Bulunduğu Stand: 7. Salon 709-C

Adres: TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi E-5 Karayolu Üzeri, Gürpınar Kavşağı 34500 Büyükçekmece – İstanbul

“Sıradan…/ Ordinary…”

12- 31 Mayıs 2015


Buket Güreli’nin,  2003-2009 yılları arasında linol baskı tekniği kullanarak ürettiği; print, mini print ve exlibris işlerinden oluşan “Sıradan…/ Ordinary…”  isimli sergisi 12- 31 Mayıs 2015 tarihleri arasında Ankara, TAD Emin Hekimgil Sanat Galerisi’nde sergilenecek.

TAD Emin Hekimgil Sanat Galerisi

Cinnah Caddesi no : 20 Kavaklıdere / Ankara

Açılış kokteyli / Opening cocktail : 12 mayıs 2015, saat: 18.30-20.00