Dünyadan Uzak / Away From The World

20 ocak / 08 ağustos 2018


…. Bugün insanların yaşadığı yalnızlığı kim öngörebilirdi? Her gün dünyaya ilişkin gövdesiz ve sahte bir imgeler ağı tarafından yeniden onaylanan bir yalnızlık. Ama imgelerin bu sahteliği bir hata değil. Eğer kar peşinde koşmak insanlığın kurtuluşunun tek yolu olarak görülürse, gelir elde etmek mutlak öncelik haline gelirse, o zaman gerçekten varolanın itibar görmemesi, görmezden gelinmesi ve baskı altında tutulması gerekir. Bugün resim yapmak, yaygın bir ihtiyaca cevap veren bir direniş eylemidir ve umutlanmayı teşvik edebilir.

 

John Berger – Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye Doğru Adımlar

 

Son iki yıldır beklenmeyen bir anda gelen, hiç tahmin edemediğimiz, distopik diyebileceğimiz bir süreçten geçtik. Ve ilk kez tüm dünya ile birlikte ortak bir sorunumuz oldu. Salgınla birlikte gelen karantina süreci, durmaya yakın yavaşlayan zaman, bilinmezlikler, izolasyon ve getirdiği yalnızlaşma, hepimizi konusunu bile tam anlayamadığımız bir bilim kurgu / felaket filminin içine attı. Sonrasında, ilk şaşkınlığı atlatma ve hala süren durumu anlama idrak etme, kabul etme ve başa çıkma süreci…

 

Kendi özelimde bu zor süreç ile başa çıkma yöntemim ise; Her zor zamanda yaptığım gibi, tuvalin karşısına geçip o anda kalabilmek ve resim yapmayı sürdürmek, belki de ‘’kayıp zaman’’ içinde kaybolmama çabası ile yine sanata sığınmaktı

 

John Bergerin yukarda ki saptamasına kendi gerçekliğimi de ekleyerek diyebilirim ki; Sanatçılar için bir varoluş biçimi olan sanat, diğer herkes için zor zamanların temel gereksinimidir ve yaşam devam ettikçe her alanda çeşitlenerek varolmayı sürdürecektir.

 

Bu süreçte yaptığım çalışmalar salgın döneminde ve dönemin doğal olarak üzerimdeki psikolojik etkisiyle yapılmış olmaları dışında, salgınla görsel anlamda direkt ilişkili değildir.

 

BUKET GÜRELİ

 


 

Kataloğu incelemek için tıklayın.

 


 

Sanat Okur’dan Nil Has’ın sergi ile ilgili Buket Güreli ile yaptığı röportaj:

 

-Dünyadan Uzak başlıklı sergisinizin ortaya çıkışından ve yer alan işlerinizden bahseder misiniz?

 

-‘’Dünyadan Uzak’’ başlıklı sergimde yer alan çalışmalarım, tam da alıştığımız dünyadan bir anda uzaklaştığımız ve adeta distopik bir sürece geçtiğimiz pandemi, karantina döneminde ürettiğim işlerdi. İşlerim doğal olarak dönemin bende ki psikolojisi ile yapılmış çalışmalar. Beden dillerinden sıkıldıkları ya da bekledikleri belli olan figürler var, bunların bir kısmı pencereden ya da tuvalin dışından gelen ışığa doğru bakıyorlar, bir kısmının da sırtı izleyene dönük tuvalin içinde ki belirsiz mekansız soyut bir alana bakıyorlar. İzleyici ile direkt ilişki kurmayan izole olmuş figürler. Bunun dışında kedilerim, bitkilerim ve pandemi de sık ilişkide olduğumuz objeler var. Diğerleri ile bakıldığında aynı duyguyu onlar da veriyor.

 

-Dünyadan Uzak serginiz bir zor sürecin meyvesi oldu. Peki meyvelerin olgunlaşması ve izleyiciye sunulması nasıl bir süreçti?

 

-Pandemi başlayıp herkes gibi ne yapacağımı bilemediğim kısa bir şaşkınlık döneminden sonra evden çıkıp bomboş sokaklardan atölyeye gidip gelmeye başladım. Atölye ve evin çok yakın olması büyük bir avantajdı çünkü sokağa çıkma yasaklarından etkilenmemiş oldum. Çalışmaya başladığımda herhangi bir konsept fikri ya da ilerde yapacağım fiziksel bir sergi düşüncesi yoktu çünkü takip ettiğim tüm haberler yeni bir dünyadan bahsediyordu ve o dünyada her şeyin sanal ortama taşınacağı ile ilgiliydi. Bu benim için oldukça kafa karıştırıcı idi doğrusu. Geçmişte de kafam çok karıştığında ya da dünya dertleri fazla geldiğinde, karşıma bir tuval koyup güzel bir müzik eşliğinde dünyadan uzaklaştığım için bu kez de aynısını yaptım. Sadece baş edemediğim bir durumdan uzaklaşmak ya da direncimi arttırmak için, ilerde izleyiciye sunmak düşüncesi ile değil. 2020 nisan ayından itibaren her zaman ki gibi atölyeye her gün gelip, çalışarak geçirdim bu süreci ‘’normalleşme’’ ye kadar. Ve neyse ki sergiler yavaş yavaş açılmaya başlayınca, ben de yalnız ürettiğim çalışmalarıma izleyicilerle tekrar, beraberce bakmaya ve paylaşmaya karar verdim.

 

-Kırılma noktalarımız oluyor. Pandemi de pek çoğumuz için öyle oldu. Kimi sanatçılara farklı perspektifler kazandırdı veya kimisinin üretim hevesini yok etti. Siz üreterek süreçle başa çıktınız. Üretim anlarınızın dışında gerçekle tekrar bağ kurduğunuzu sanıyorum. Kaygıdan beslenmek ve üretmek nasıldı? Ne hissettirdi?

 

-Söylediğim gibi üretmeye başladıktan sonra en azından günün büyük bir bölümünde kaygılarımdan uzaklaşıyordum. Ne yapacağızı düşünmek ve hiç bilemediğimiz bir geleceği planlamak yerine mental ve fiziksel olarak sağlıklı kalmak ve yapabildiğim en iyi şeyi yapmak yeterli geldi yani sergi yazımda da söylediğim gibi ‘’ …kayıp zaman içinde kaybolmama çabası ile sanata sığınmak ‘’  Belki de bu yüzden bu dönemde ürettiğim resimlerim bu güne kadar ki en renkli resimlerim oldu. Sanırım renklerle dayanıştım onlardan güç aldım. Sergi salonunda hepsine bir arada baktığınızda her ne kadar karantina ve pandemi döneminin sıkıntısı hissedilse de renklerin bana verdiği gücü sanırım izleyenler de aldı. Sıkıntılı ve belirsizliklerle geçen bir dönemi hatırladılar ama asla karamsarlık ve umutsuzluk hissetmediler. Çünkü genel olarak aldığım tepki bu yönde oldu.

 

-Yeni projeleriniz var mı?

 

-Biliyorsunuz ben yaklaşık 10 senedir resimlerimi kağıtları parçalayıp tuval üzerine boyaymış gibi yapıştırarak yapıyorum.Yani kağıtla boya efekti yaratmaya çalışıyorum. Resimlerime bakanlar boyayla yaptığımı düşünüyorlar oysa ki fırça boya kullanmadan, tamamen kağıtla ve kolaj tekniği ile yapıyorum. Ve bu malzeme bana çalışma esnasında değişik ve yeni yollar açıyor ve onun üzerine gidiyorum. Bu son dönem işlerimi üretirken  de açtığı yeni yollar, fikirler oldu. Ben yine heyecanla o yollara dalıp yeni resimler üretmeye devam edeceğim.

Magma / Enver Rakovica

6 Aralık-26 Aralık 2019


6 Aralık-26 Aralık 2019 tarihleri arasında  Adasanat bu kez; Antik dönemdeki adıyla İllirya dan, (yani Balkanlar coğrafyasından) şimdiki adıyla Kosovada dan bir baskı resim ustasının yapıtlarını sanat izleyicisi ile buluşturuyor.

 

Magma

 

-MeMeT Güreli

Enver Rakovica ile 90.lı yılların başında yüksek lisans sınavı esnasında başlayan tanışıklık, sonrasında, meslektaşlığın ötesinde uzun yıllar süren bir dostluğa dönüşmüştü. Enver’le tanışıklıkta ki ilk izlenimim; Titizliği ve çalışma disipliniydi. Belgrad ve Priştine’ de aldığı iyi mesleki eğitiminin bir sonucu olsa gerek, bu disiplinin yansıması çalışma biçiminde ve yapıtlarında hemen hissediliyordu. Tabi buna mizacından kaynaklı titizliği de eklenince, bir baskı sanatçısında olması gereken tüm özellikler üretimine de yansıyordu.

Enver Rakovica ile iki yıl süren aynı atölyede çalışma sürecinde, ben gravüre yönelmiş, o da serigrafi serilerini çeşitleme çabası ile uğraşırken, verimli bir dönemi deneyimlemiştik. Doğrusu bu dönem, her ikimiz için de düzeyli bir tecrübe paylaşımı ve üretken bir çalışma süreci olmuştu.

Aynı dönemin hemen akabinde Avrupanın göbeğinde gelişen talihsiz Yugoslavya’nın parçalanma süreci yada vahşeti, ailesi ve kendisini zor koşullara maruz bırakmıştı. Bu savaş süreci çalışmalarını kesintiye uğratmış ve Rakovica uzun yıllar sanatsal çalışmalardan uzak bir dönem geçirmek durumunda kalmıştı.

Enver Rakovica çalışmalarının hemen hemen hepsinde, ancak bazı istisnalar olmakla birlikte soyutlama yada saf soyuta dayalı bir plastik dil kullanır. İlk dönem yapıtlarında serbest lekesel alanlara eklemlenmiş ağaç, kuş gibi imgeler, kültürel ve arkaik kodlar, kimi zamanda mimari doku ve detaylarının kompozisyona dahil edildiği görülmekle birlikte çoğunlukla renk, armoni kaygısı güdülerek, dokusal ve lekesel bir çözümlemeyi tercih ettiğini gözleriz.

İlk dönem serigrafi serilerinde sadece serigrafi tekniğini ve imkanlarını kullanırken son dönem serilerinde ise karışık tekniğe yöneldiğini, yani, serigrafi tekniği ile gravür tekniklerini kombine ederek sonuca gittiğini ve daha zengin dokusal, rölyefik etkilerin peşinde olduğunu görüyoruz.

 

KAZI / MeMeT Güreli

15 Kasım / 4Aralık 2019

MeMeT Güreli’nin 9.kişisel sergisi ‘’KAZI’’  Adasanat’ta 15 Kasım / 04 Aralık 2019 tarihleri arasında gerçekleşecek.

Sanatçı bu kez; 90’lı yılların başlarında yoğun şekilde uğraştığı, sonraki yıllarda da zaman zaman yapageldiği gravür baskı resim, sanatsal çoğaltmalarını ilk kez toplu halde izleyici ile buluşturmayı amaçlıyor.

 

 

Açılış: 15 kasım 2019 saat 18.30

Sergi 15 Kasımdan itibaren her gün 12.00 / 19.00 arasında ziyaret edilebilir

 

Adasanat : İstiklal caddesi, Aznavur pasajı no:108 / kat: 9  Galatasaray – Beyoğlu

 

Saat Çiçeği / Berrin Yırtmaç

23 Ekim  / 12 Kasım 2019

Berrrin Yırtmaç’ın 2007 den beri ürettiği resimlerinden bir seçki ile açacağı ilk solo resim sergisi” Saat Çiçeği ” Adasanat’ta 23 Ekim’de…
‘’Geçmiş kimin evi, gelecek kimin bahçesi?’’
Pınar Öğünç
Eskizlere ihtiyacımız var. Geçmiş, avucumuzda tutmaya çalıştığımız ne katı, ne sıvı, ikisini de andıran bir madde gibi. Bir yandan elimizin içinde ağırlığını, varlığını hissediyoruz; orada. Ama işte ne kemiğin katılığında, ne kanın akıcılığında olduğundan, aynı zamanda parmaklarımızın arasından sızmasını da durduramıyoruz. Akıyor, kaygan. Yerçekimi yönünde uzuyor, uzuyor. Gelecek ise belki bir sıcaklık olabilir avuç içinde. Ya da bazen bir tuhaf soğukluk. Ama varlığı müphem.
Geçmiş, gelecek ve şu andan konuşurken en bilgiç cümleleri şimdiye dair kurabilmişiz gibi hissediyor insan. Hem “Anını yaşa” diyorlar ya, hani tek gerçek o… Aynadakiyle baş başasın.
Öyle de değil. Yerçekiminin adını koyan bilim insanları aynaya baktığımızda aslında geçmişi gördüğümüzü söylüyor. Işığın o camsı yüzeyde kırılıp da yansıtmasıyla arada, bizim saniye diye bildiğimiz birimin bilmem kaç milyarda biri kadar bir fark var. Yani aslında ayna bile tam o anı göstermiyor, o minicik aralık kadar önceki halimiz bize bakıyor karşıdan. Beynimizin kabiliyeti bu farkı idrak etmeye yetmese de öyle. Oysa ki bu gezegende zaman geçirmenin geliştirdiği bir kabiliyet sayesinde, yaşamak denen zanaati biraz öğrenmişsek yani, bunu zaten bilebiliriz. Aynada karşıdan bize geçmişimiz bakıyor. Bakışımızdan tanıyoruz.
Zaman nedir, nasıl işler? Bunun üzerine düşünmeden felsefe yapmak mümkün değil. İlk çağdan bu yana filozoflar zamanı kavrayışımızın şekilleri, boyutları, yönü üzerine düşünüyor. Bergson’a da sorsak aynadan bize bakanın geçmişimiz olduğunu söylerdi misal. Belki de sandığımızın tersi; geçmiş ve gelecek var, aralarında en olmayanı şu an. “Şu an” dediğimiz an da geçmiş oldu. Düşünmek için eskizlere ihtiyacımız var. Bir bitki var, zaten güzelliğinden gözlerinizi alamıyorsunuz, bir de filozof mübarek. Bir adı “saat çiçeği”, diğeri “çarkıfelek” ya da “passiflora incarnata”. Muhtevası sakinleştiriyor. Saat, zaman, hatıra, hafıza, tarih ya da feleğin çarkı üzerine düşüneceksen sakinleşmeye ihtiyacın var diyor bir nevi.
Zaman nedir, nasıl işler? Bunun üzerine düşünmeden, düşündüğümüzü unutmadan misal yemek yapmak da mümkün değil, yahut ev yapmak da. Ki zaman üzerine düşünmek, hatırlamak ve özlemek, “nostalji” dediğimiz yani, o da aslen evle ilgili. Sıla hasreti çeken askerlerin, evini özleyenlerin hastalığı en başta. Barbara Cassin nostaljiyi kök, sürgünlük, aidiyet bağları üzerinden incelediği kitabına o yüzden “İnsan Ne Zaman Evindedir?” (Kolektif Kitap, 2018) ismini vermiş. Geçmiş kimin evidir?
Geçmiş bir yandan da bir inşaat faaliyeti hakikaten. Hatıraları eğeleyerek, kırarak, karıştırıp da dizerek ördüğümüz duvarlardan müteşekkil bir oda kişisel tarihimiz. Bazen bir kelimeyle, bir kokuyla canlanıp katılaşan tuğlalar her bir hatıra. Byung-Chul Han “Zamanın Kokusu”nda (Metis Yayınları, 2018) “Koku tarihe gebedir” diyor. Proust’u kayıp zamanın peşinde koşturan kokunun, şeyleri bağladığını, dokuyarak birleştirdiğini, zamansal olayları bir imgeye, bir anlatı formuna sıkıştırdığını söylüyor.
Büyük harfli “Tarih”e gelirsek, bu binanın bir kolonu, kirişi Eduardo Galeano’nun andığı kadim bir Afrika sözü olmalı: “Avlanmanın tarihi her daim avcıyı kutsar; av olan aslanların kendi tarihçileri anlatamadıkça…” Avcıların kaydettikleri gibi, “erkeklerin” yazdığı tarihten de kuşku duymak, kadınlar kendi soyağaçlarını da dizip tarihi cinsiyetlendirene kadar binanın temeline sağlam gözüyle bakmamak gerekiyor.
Zaman nedir, nasıl işler? John Berger “A’dan X’e” (Metis Yayınları, 2008) adlı kitabında “Evren beyne benzer, makineye değil. Hayat şu anda anlatılan bir hikâyedir. İlk gerçeklik hikâyedir. Tamircilik bana bunu öğretti” diyordu. Ev yapanların, evler yapmakla dolu bir tarihin öğrettikleri de mühim o yüzden. Bu işin ustaları diyor ki, ahşap parkeleri döşerken, birbirine geçirip çekiçle değil elle vurun üstlerine. Ahşap eli hissedermiş. Bir de duvar diplerinde azıcık aralık bırakmak iyiymiş. Sonra üzerlerinde gezindikçe parkeler birbirilerine iyice geçecek, zamanla zeminin engebesiyle uzlaşıp her biri bizim santimetre dediğimiz birimin belki milyarda biri kadar yayılacaklar. Beynimizin kabiliyeti bu birimi idrak edemeyebilir, ama bu gezegende zaman geçirmenin geliştirdiği bir kabiliyetle ustanın ne dediğini de çok iyi anlarız. Yaşamak denen zanaati azıcık öğrendiysek.

Ah!

30 Mayıs – 16 Haziran 2019


ADASANAT, 30 Mayıs – 16 Haziran 2019 tarihleri arasında Türkiye ve Yunanistan’dan sanatçıların katılımıyla gerçekleşen bir sergiye ev sahipliği yapıyor. “Ah!” adını taşıyan serginin küratörlüklerini Gogo Smili ve Taner Güven üstleniyor, konsept ise Emre Zeytinoğlu’na ait.

Nikos Kazancakis’in “El Greko’ya Mektuplar” kitabında, bir rahip ile bir dervişin

konuşmasından alınmış bir bölüm üzerine oluşturulan konu, “Ah!” ünleminin geniş anlamını

öne çıkartıyor ve söz konusu ünlemin hem Türkiye’de hem de Yunanistan’da benzer

biçimdeki kullanımlarına dikkat çekiyor. Öte yandan şair Yorgo Seferis’in “Benim kaygım, en doğru, en kesin anlamı elde etmektir, benim için o ‘Ah’ yeter de artar bile; hiçbir zaman o

ünlemi süslemeye kalkışmam” cümlesini içeren bir metin de sergideki sanatçılara esin kaynağı oluyor.

Sergide Yunanistan’dan Panos Charalampous, Gogo Smili, George Stamatakis, Panos Mattheou, Spiros Emilios Tzimas. Stavros Panagiotakis, Kostas Pappas, Stefanos Dourtas. Türkiye’den ise Buket Güreli, Süreyya Acar, Hakan Gürsoytrak, MeMeT Güreli, Temür Köran, Taner Güven, Eyüp Öz, Selçuk Fergökçe, Yonca Saraçoğlu, A. Cem Şahin yer alıyor.

ADASANAT

İstiklal Caddesi, Aznavur Pasajı No: 108, Kat:9, Galatasaray, Beyoğlu – İstanbul.

Tel: (0212) 245 56 23. (0212) 245 35 03 adasanats@gmail.com

A.CEM ŞAHİN, BAŞAŞAĞI-TOPSYTURVY

18 aralık 2018 / 18 ocak 2019

(…) ”A.Cem Şahin son dönem yapıtlarında, uzun yıllar yoğunlaştığı baskı resim,( linolyum / yüksek baskı ) çalışmalarının kaynaklık ettiğini görürüz. Büyük boyutlu oymaların yüzeye basılmış görsellerini yeni bir anlayışla değerlendirerek, parçalayarak, yani bir yap-boz a uğratarak büyük boyutlu yüzeylerde adeta bir pazıla dönüştürüp, bir plastik dil kurma çabası içinde olduğunu görürüz. Bu sayede bir labirente dönüşen yüzeye yeni bir okuma ve anlam kazandırmanın peşindedir.

Barok resmin açık form ve dinamik kompozisyon anlaşındaki gibi süreç gerektiren bir algılamanın plastik sonucunu amaçlar gibidir. Ortaya çıkan konstrüktif, tekstürel doku ve “kremayer dişlisi” gibi “manidar” imgelerin yer aldığı örgünün içinde zaman zaman beliren hüzünlü portreler, grotesk bedenler, kaotik kurgunun içinden bir isyanı imlercesine bize bakarlar. Çizgisel ve lekesel örgüyle oluşan expresyon, girdap etkisi içinde çaresiz devinen figürler, ütopyanın distopyaya dönüştüğünü algılatır izleyene.

İnsanın duygusal kavrayışının sonuçları, spesifik olarak yaratıcı edimin sonucunda yapıta dönüşür.

Yapıta ilişkin okumanın metinsel bir dizgeye dönüştürülmesi en nihayetinde yorumdur, değer yargıları sonucunda ortaya çıkan yeni bir betimleme, sanatçıyla kurulan bir empatinin sözel sonucudur.

Yani, ezcümle aslolan resimdir gerisi laf-güzaftır demek lazım…

MeMeT Güreli

Sergi 18 Aralık’tan itibaren Msgsü Tophane-i Amire KSM Tek Kubbe Salonu’nda 18 ocak 2019 a kadar görülebilir

 


                        					

KORUNAKSIZ BUKET GÜRELİ

17 ekim / 09 kasım 2018


ÇİĞDEM ZEYTİN

‘’KORUNAKSIZ’’ sergisi üzerine

Issız bir boşluk uzanıyor içimde

etrafımda kalabalıklar

onların boşlukları da uzanıyor sonsuza,

bildiğim tek şey bilinmezlik

ve bilmediğim şey ise bildiklerim…

Buket Güreli yeni sergisinde bizi tenlerin ıssızlığında var ettiği endişelerimizle buluşturuyor. Özellikle kadın teninin çıplaklığının bir adım ötesinde bedenlerin duruşlarında asılı kalıyoruz; biraz tedirgin, biraz anlamaya yeksan.

Tanıdık geliyor bir süre sonra yüzlerini göremediğimiz figürler. Sanki bir akşam sohbetinde arkadaşlarla laflarken bacaklarımızı sıkıştırıp kollarımızı kenetlediğimiz huzursuz akşamlarımızda olduğu gibi içe dönük oturuyor figürlerden biri. Bir diğeri; her akşam yatağa girdiğimizde parçası olmaktan endişe ettiğimiz ve her gün maruz kaldığımız tanımsız yeni dünyamızı yok sayarak başına çekiyor battaniyeyi. Yine de bedeni her olasılığa, her zorluğa ve tekinsizliğe açık…

Zihnimizi örtmeye çalışsak da; bedenlerimiz konuşuyor sanki içinde bulunduğumuz dönemin gerçeklerini. Yeni bir dünyanın yeni gerçekleri, korkuları, belirsizlikleri ve söylenceleri. Eskiden kentteki bireyin yalnızlığından söz edebilirdik mesela sanat yazılarında fakat artık küçülen ve kalabalıklaşan dünyanın tam ortasında yeni dönemin getirdiği olanaklarla olanaksızlaşan yaşamlara sahibiz. İşte tam da bu yüzden bedenlerimiz titrek, bedenlerimiz tedirgin, beklentili ve bir o kadar umutsuz bir varoluşla yaşıyorlar her günü.

 

Endişeyi Örtmek

Bazı figürleri saran, kuşatan, belki de koruyan örtüler dikkatimizi çekiyor tuvallerin arasında. Yer yer bedenlerini örtmüş figürlerin kullandıkları örtüler ellerinde tutunabilecekleri ne varsa yamayarak yarattıkları birer sipere dönüşmüş sanki. Her an kendilerini gizleyebilecekleri, muhafaza edebilecekleri örtülerle tetikte bir duruş sergiliyorlar. Örtü; metafor olarak değerlendirdiğimizde doğası gereği yumuşak ve kucaklayan bir obje olmasına rağmen Güreli’nin resimlerinde köşeli parçalarla form kazanmış. Sıcak, sarılıp sarmalananıp gezdiğiniz, güvenle uyuduğunuz mutlu bir dünyaya değil, aksine hızlı ve pratik bir dünyaya ait ve temel ihtiyaç olan örtünme ihtiyacını karşılamak üzere üretilmiş gibiler.

 

Çıplak Gerçek 

Peki neden nü ve özellikle kadın nülerle karşı karşıyayız? Sanat tarihinde alegorik yani kinayeli kadın nü kullanımına çok fazla örnek verebiliriz. Bununla birlikte örnekleri çok olsa da sanat tarihinde iki tip kadın nü kullanımı vardır. Biri arzu nesnesi olarak çizilen röntgenlenmeye açık, duru ve zarif kadın tasvirleriyken, diğeri ise tam tersi kadınların çıplaklıklarının alt metinleriyle izleyicisini sarstığı, dönemin politik, sosyolojik ve toplumsal gerçekleriyle yüzleştirdiği estetik kaygılardan uzak tasvirlerdir. Tıpkı Fransız sanatçı Jean Leon Gerome’un resmettiği “Truth Coming Out Of Her Well To Shame Mankind” yani “İnsanlığı Utandırmak İçin Kuyudan Çıkan Gerçek” adlı eserinde olduğu gibi…

Buket Güreli’nin nüleri de yüzyıllardır erkin tahakkümüyle metalaşan ve hangi medeni seviyede olursak olalım belki de çağların derinliklerinden gelen kaygıyı taşıyan kadın bedenlerinden oluşuyor. Tıpkı çevresel etkenlerden korunmak gibi basit bir amaç için değil de, toplumsal cinsiyet rollerinin biçtiği kostümlere bürünmeye sürüklenmiş, tetikte olmayı bellek haritalarında taşıyan kadın bedenlerinde olduğu gibi Buket Güreli de kadının bedeninin çıplaklığının taşıdığı tedirginliği tuvallerine taşıyarak yansıtmış zamanın ruhunu.

 

Tekniğin Geçirgen Doğası

Kullandığı teknik ise figürlerin içlerinde bulundukları belirsizliği neredeyse olduğu gibi hissettiriyor. Sadece kağıtlarla kolaj tekniğini kullanarak hayat verdiği figürlerin bedenleri o kadar kırılgan ki adete ışık hüzmeleri tenlerinin sınırlarından geçerek sonsuzlukta kayboluyorlar. Figürlerin sadece bedenleri değil aynı zamanda tenlerindeki ışık da bir o kadar huzursuz. Karanlığın iktidarında titreşen küçük ışıklar gibi naif ve solgun ama umutlu bir halde tuvalin kadrajında salınıyorlar.

Buket Güreli Korunak adlı sergisinde; genelde Türkiye’de sanat üretiminde çokça gördüğümüz iktidar ve dönem eleştirisini yaparken kendini ifşa eden görsel sembollerle anlatımcı bir yol seçmek yerine, bireylerin kendi dünyalarında ve sosyal akışlarında beden dilleriyle sessizce anlattıkları huzursuz dünyayı resmediyor. Karanlığın aydınlıktan bağımsız olamayacağı gerçeğini de yanına alarak tuvallerine umudu taşımayı da unutmuyor.

 


 

‘UNSHELTERED’ by Buket Güreli

A desolate void stretches within me,

Crowds all around

Their void stretches to infinity

The unknown is all that I know

And all I do not know is my knowledge….

In her latest exhibition, Buket Güreli brings us together with our anxieties she’s conjured up at the desolace of flesh. We’re suspended a step beyond the nudity of especially the female body, with the posture of the bodies; part anxious, part at the cusp of comprehension.

Faces that, albeit familiar, are unseen after a while. One of the figures sits in a pose, with locked limbs and introverted, similar to one we’d have during an evening chatter amongst friends. Another pulls up the blanket, as if to ignore the new world to which we’re constantly exposed and of whose part we’re anxious to be a part. Yet, her body is exposed to all possibilities, all hardships and all uncanniness.

Though we want to cover our minds, it is as if our bodies speak the truths of the era we live in. New truths, fears, uncertainties and narratives of a new world. For instance, in artistic texts, we used to be able to speak of the solitude of the individual in the city, but we have lives that become impossible with the possibilities in the midst of a shrinking world and swelling crowds. Just for this reason, our bodies are trembling, anxious, expectant and they live each day with just as hopeless an existence.

 

Concealing Anxiety

Amongst the canvasses, we notice covers than wrap, surround and even protect certain figures. The covers clutched by the figures to wrap themselves transform into shields which they had cobbled together from whatever they get their hands on. With their covers, they strike a pose in which they could conceal and defend themselves. Considered as a metaphor, despite being a soft and embracing object, the cover in Güreli’s works assumes an angular form. It’s as if the covers were produced not for a contented world, in which you wrap yourself in cosiness and sleep in peaceful security, but instead for a world that is fast and practical, and in which the primary need is to take cover.

 

Naked Truth

Then, why the nude and why are we up against specifically female nudes? In the history of art, we can find copious examples of allegorical uses of the female nude. Although the examples are numerous, there are two types of female nude in art history. The first, the nude as an object of desire, is simple and graceful, also open to voyeurism, while the other is the one whereby the nudity shakes the viewer with its subtext and are distant to aesthetic concerns in favour of confronting the spectator with the political, sociological and social realities of their period. As French artist Leon Gerome has depicted in his Truth Coming Out Of Her Well To Shame Mankind..

Buket Güreli’s nudes consist of the bodies of women that are commodified through centuries of male domination and that bear the anxiety of ages, regardless of our level of civilization. Just like the bodies of women who maintain vigilance and who have opted to assume the costumes dictated by the sexist roles of society instead of protecting oneself from the elements, Buket Güreli has also reflected the spirit of the times by bringing the anxiety of the nude body of women into the canvas.

 

The Transparent Nature of Technique

Her chosen technique almost completely convey the uncertainty of the figures. The figures, which she created simply through paper and collages, are so fragile that rays of light almost pass through the borders of their skin and disappear into infinity. Not only the bodies of the figures, but also the light upon their bodies is ever so restless. Like tiny lights flickering under the reign of darkness, they are naive and pale, but they also sway hopefully within the canvas.

In Buket Güreli’s exhibition, Shelter, conducts the oft-encountered critique of power and times, while also depicting the restless world of individuals that is conveyed silently in their social flow via their body language, instead of taking an expressive route of self-expositional visual symbols. Not omitting that darkness cannot exist without light, she minds to bear hope into her canvasses.

Kötülüğü gördüm, Nevhiz Tanyeli

02 Mart-13 Nisan 2018

 


“KÖTÜLÜĞÜ GÖRDÜM! / I HAVE SEEN EVIL!”

NEVHİZ kitap tanıtımı ve sergi açılışı

CORPUS YAYINEVİ VE GALERİ Açılış: 02 Mart Cuma saat 18.00-20.00 arası

Sergi süresi: 02 Mart-13 Nisan 2018

Adres: CORPUS G ASTORİA AVM, B2/03 Büyükdere Cad. No: 127 Esentepe – Şişli / İSTANBUL

(0534) 737 19 21

Döngüsel Seyir, Süleyman Saim Tekcan

3 Mart -30 Mart 2018


“Döngüsel Seyir sergisi, sanatçının zamansızlığına vurgu yapan bir formatta ve serginin akışı da bu düşünce üzerinde kurgulanmıştır. Ama yine de bir çıkış noktasını alıp bugüne getirmek mecburiyeti kaçınılmazdı. Mecburiyetin sebebi Tekcan’ın yol hikâyesinin çok büyük zaman atlamalarıyla ve birbirine biçimsel/kompozisyon/tema bağlamlarında zıtlaşmayan, ancak teknik çeşitlilikle daha da deneysel bir düzeye aktarılan seyir noktalarını birbirine okutmak ve izleyiciye apaçık göstermekti. Serginin amacı, retrospektif bir anlayışta, sanatçının zaman dizgesini adım adım takip ederek izleyiciye sunmak değildir. Serginin akışından da anlaşılacağı üzere -ki bu akışın tarihsel bir süreci yansıtması gerekliliği gibi yanılsamayı engelleyerek- sanatçının resimlerinin tarih dizimi gözetmeksizin birbirlerini nasıl etkiledikleri, nasıl okundukları ve içiçelikleriyle aslında dönemsellikten daha çok sanatsal kaygıların problemleriyle Tekcan’ın farklı bir yönü aktarılmaktadır. Yüzeyler desenlerle, desenler çok rahatlıkla yağlıboyalarla ve de lavilerle konuşmakta, sergi mekânın merkezine yerleşen heykeller ile de yüzey-hacim etkileşiminin okumaları sağlanmaktadır”.

1940 Trabzon doğumlu Süleyman Saim Tekcan Ankara Gazi Üniversitesi Resim İş Bölümü mezunu. IMOGA (İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi) kurucularından olan Tekcan’ın birçok ödülü bulunuyor. Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi kurucu dekanı da olan sanatçının eserleri yurtiçinde ve yurtdışında birçok koleksiyonda yer alıyor.

Küratörlüğünü Dilek Karaaziz’in üstlendiği serginin yerleşimini grafik sanatçısı Yeşim Demir ile mimar Nevzat Sayın birlikte hazırladılar. Serginin proje koordinatörü ise Elif Evin.

Sergi, MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde, 3 Mart -30 Mart 2018 tarihleri arasında görülebilir.

26. Art-İst Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı

 

ADA

“Aynı anda savaşa ve barışa hazırlanılamaz” 

Einstein

Globalleşen dünyada; Küreselleşme politikaları ve hegemonya savaşları, ülkemizin de içinde yer aldığı coğrafyada, vicdanlarımızın kaldıramayacağı kadar korkunç bir insanlık dramı yaşatıyor. Aklın Uykusu’ndan ne zaman çıkılacak ve adeta bir can pazarına dönen bölge ve ülkemiz ne zaman normalleşecek?

”Küreseleşme süreci; savaşlar, soykırımlar, katliamlar, sürgünler, ekolojik felaketler ve bunların ardından yaşanan travmalar 21.yy’ın deneyimine damgasını vurdu.” Çağrı metninde özetlenen yakın tarihe ilişkin bu değerlendirmeye bakarsak ister istemez şu soruyu sormak gerekiyor; insanlık bunu hak ediyor mu? Kim, kiminle, ne için savaşıyor? Kim haklıydı, kim haksız? Başka bir dünya düşünden, umuttan uzak, benden sonrası tufan mı diyeceğiz? Avrupa’nın ve Akdenizin kıyılarına vuran trajediye seyirci mi kalacağız? Dünya siyasetine yön verenler ve basiretsiz dünya liderlerinin mahareti ile yaşatılan bu travmanın patolojik sonuçları, savaş kültürünün giderek toplumların yaşam normu haline gelmesi halinde acının iktidarı kaçınılmaz olmaz mı?

Yine 21.yy’ın deneyimleri göstermiştir ki; Estetik potansiyeli sayesinde sanat, nesnel dünyanın eleştirel bir tutumla özümseyerek kavranmasında öncü bir rol üstlenerek, geçmişi, bugünü ve geleceği oluşturmada sayısız köprüler kurmamıza yardımcı olmuştur. Yaşamın deneyiminden damıttığı “öz”leri estetik formun kendi yasalarına uygun tarzda, bir başka umudun düşünü kurar ve taşıyıcısı olmayı sürdürür. Umudun da karamsarlığın da nedeni olan insanın, bu ruh halinden çıkmasına yardımcı olur. Buna rağmen; Yaşanılan bu ağır ve acıtıcı gündem karşısında, sanatçıların yaratma edimi absürdleşmekle birlikte zaman zaman da etkisini yitirerek sıradanlaşabiliyor ve sanatçılar kendi üretimlerine yabancılaşma durumuyla karşı karşıya kalıyorlar. Gezi ve diğer süreçlerde olduğu gibi.

Ülkemizin adeta yazgısı gibi 1980 darbe sürecinin hemen akabinde sahneye neo-liberal politikalar ve serbest piyasa ekonomisinin konması sonucunda, çarpık da olsa, sanat piyasasından henüz yeni söz edilir olmuştu. Sınırlı sayıda sanat kurumu ve galeriler varlıklarını zor sürdürür durumda iken, bireysel ve kolektif pratikler içerisinde şekillenen estetik deneyler henüz yeni ivme kazanmaya başlamıştı. Ardından gelen sanatın finansallaşması ve sponsorlu sanat dönemi başka sorunları da beraberinde getirdi. 2000’li yılların ardından uluslararası aktörlerin de devreye girmesi ile finansallaşması dolayısıyla sanatın araçsallaştırılması süreci hız kazandı. Ülkemizde fuar etkinliği bağlamında öncü olan, Tüyap Sanat Fuarı’nın merkezin dışında konumlanışının ardından, farklı finansal grupların yer aldığı çok sayıda fuar etkinliği adeta bir fuar enflasyonu yarattı. Tüyap çalkantılı giden ülke ekonomisi ve istikrarsızlığa karşın, fiziksel olarak merkezin dışında olmasına rağmen üstlendiği misyonu belirgin bir ciddiyetle sürdürmeye çalıştı.

Bu yıl 26.’sı gerçekleşen Art-İst Uluslararası Sanat Fuarı ‘’Umulmadık Topraklar’’ başlığı altında, ülkede ve hemen yakın çeperimizde gerçekleşen insanlık trajedisine işaret ederek, ülkemiz sanat ortamındaki kurumları ve yaratıcılarını bu konuda yaratıma ve düşünmeye davet etti. Adasanat kuruluşundan bu yana sürdürdüğü alternatif, eleştirel, kolektif ve bağımsız tavrıyla bu davete cevap verdi.

Adasanat bir galeri değildir; iki sanatçının bağımsız sanat çalışmalarını yürütmek üzere oluşturduğu bir yapıdır. Bir atölye, bir üretim mekanıdır. Aynı zamanda iki sanatçının birikimlerini düzeyli bir deneyim paylaşımı anlayışıyla, sanat kariyerlerinin başlangıcındaki gençlere ve kimi zaman yetişkinlere aktardığı bir eğitim kurumudur.

2000’li yılların başlarında, taşındığı mekanda yeniden yapılanarak, bağımsız bir sanat platformu, bir sanatçı inisiyatifi formu kazanmıştır. Mekanın fiziki şartlarını dönüştürerek çok amaçlı bir etkinlik salonu oluşturmuş, görsel sanatlar odaklı pek çok projeye ev sahipliği yapmıştır.

Adasanat kurulduğu günden bu yana, kısıtlı imkanlarını kullanarak ticari beklentilerden uzak, finansallaşan kültür-sanat alanının dışında, bireysel ve kolektif pratiklere alan açmaya çaba gösterdi. Söz konusu edimleri ve projeleri gerçekleştirirken katı ve kuralcı olmaktan uzak bir tavırla, kendini sınırlandırmadan esnek ve olabildiğince bağımsız, özgür ve yaratıcılığı tetikleyen bir “ADA” olmaya çalıştı. Adasanat misyonunu yerine getirirken, başta sanat alanında olmak üzere, yaşadığımız yerkürenin sorunlarına eleştirel, sorgulayıcı bir çerçeveden bakma konusunda nitelik ve içerik bağlamında sorumlu ve duyarlı olmaya çalıştı.

26 yıllık oluşum sürecinde, son on yılı aşan dönemde, periyodik olmasa da 20’nin üzerinde etkinliği sanat izleyicisiyle buluşturdu. Tekil sergilerin yanı sıra ‘’34 İst 2010’’ “Zaman aşımı”, ‘’Yüzdeyüz Barış”, gibi, yakın tarihimizden kimi olguları tekrar gündeme taşıyan, tartışmaya açan projelerle geniş katılımlı sergiler gerçekleştirdi. Bu projelerin bazılarını da partner sanat kurumlarıyla birlikte organize etti.

Türkiye’de sanatçılar için hayatta kalmak giderek zorlaşırken, Adasanat gibi yapılara daha çok ihtiyacı olacağını düşünüyoruz. Bu deneyimi olanaklarımız ölçüsünde sürdürmenin önemli olduğuna inanıyoruz.

Memet Güreli / Buket Güreli