14 Nisan / 30 Nisan 2011
Figür resminin Türkiye’deki önemli temsilcilerinden biri olan Memet Güreli, gerçekleştirdiği “Rutin” adlı sergide, bu kez insan yaşamını yönlendiren, onu kendi koşullarına tutsak eden modern kenti konu alıyor ve bu insanların farklı dünyalarında yaşadıkları dramları gözler önüne seriyor. Modern yaşamın sunduğu konforlu mekânları, eğlence biçimlerini, iletişim olanaklarını, tüketime yönelik çekici nesneleri v.b. benimseyen ve bunların peşinden giderken, kendi rahatsızlıklarını içten içe hisseden insanların çelişkili öyküleridir bu resimlerde izlediklerimiz…
Memet Güreli’nin bu sergide vurguladığı durum, insanların çok derinden yaşadıkları o çelişkiyi “rutin” bir yaşam biçimine dönüştürmeleridir: Hem modern kentin sunduğu klişe yaşamlardan vazgeçmeyen, hem de bu yüzden giderek kendi doğalarının duygu zenginliklerinden uzaklaşan insanların, artık kendi rahatsızlıklarını “rutin” bir süreç gibi algılamaya başlamaları, dramın ta kendisidir.
Söz konusu dram henüz 19. yüzyılda sezilmeye başlanmıştı. İnsanlar artık sanayi üretim sisteminin dayattığı bir yaşam biçiminin, kendilerini giderek tutsak ettiğini o dönemde kavrıyorlar ve bu tutsaklıktan kurtulmanın yollarını arıyorlardı. Örneğin romantikler, toplumsal gerçekliklerden yüz çeviriyorlar ve dünyayı estetik bir yapıt gibi seyretmeyi yeğliyorlardı. Fakat romantiklerin, kendilerini tutsak kılan pratik “mevcut durum”u değil de, tasavvur ettikleri “olması gereken durum”u görmek istemeleri, onları ne bu tutsaklıktan kurtarmış, ne de rahatsızlıklarını gidermişti. Tam tersine o romantikler, içine yuvarlandıkları dramı daha fazla hissetmekten başka bir şey elde edememişlerdi.
O yüzyılın sosyalist ütopyaları ise, romantiklerden farklı biçimde, pratik “mevcut durum” ile daha fazla ilgilendi. İnsanların aynı birer makine gibi kapitalist üretim biçimine hizmet etmelerini, böylece hem kendi doğalarına, hem kendi üretimlerine, hem de kendi toplumlarına yabancılaşmalarını bir problematik halinde ortaya koydu. Onlar da, insanların bu yabancılaşma sorunu karşısında sanatı öne sürmüşler ve ancak sanat aracılığı ile söz konusu sorunun üstesinden gelinebileceğini düşünmüşlerdi. Böylece sanatsal yaratıcılık, sokağın pratik gerçekliği karşısına, alternatif bir gerçeklik ortaya çıkartıyor ve “mevcut durum”u eleştirebilecek bir güç kazanıyordu.
Ne var ki sanat, insanların makineleşme sürecinde eleştirel ve uyarıcı işlevini son derece etkin bir biçimde yerine getirmiş olsa da, sokağın pratiğini fazla değiştirmemiştir. Ütopyaların gerçekleştirilme sürecinde ortaya konulan ideolojik çabalar ve sergilenen mücadeleler, her ne kadar sanattan büyük güç almış olsa da, sokağın pratiği hep kendi mecrasında aktı. Daha açık söylemek gerekirse, makineleşmiş insanların kendi doğalarıyla bağlantısını kuran ve bu anlamda sanayi sisteminin tutsak edici mantığını deşifre eden tek şey, sanat olarak kaldı; oysa öte yandan da insanlar kapitalist sanayi sisteminin tutsaklığını yaşamaktan, yoksulluktan ve sömürüden bir türlü kurtulamadı. Hatta sanat da, her geçen zaman içinde “sanat endüstrisi”nin içine biraz daha batarak, makineleşme ile makineleşmeden arınma arasında, bir ara-duruma dönüştü. Artık insanlar kendi doğalarını, hem kapitalist sanayi sisteminin hizmetine sunmuşlar, hem kendi yaratıcılıklarını bu sistemin yaşaması ve devamı için kullanır olmuşlar, hem de o sistemin tutsaklığından kurtulmanın yollarını aramışlardır. Üstelik sanat da, hem bu sistemin içinde bir “endüstri ürünü” halinde yaşamak zorunda kalmış, hem de sistemin eleştirisini yapma işlevini yüklenmiştir.
İşte modern dönemin karmaşık yapısı ve açmazlarla dolu dünyası, bu çelişkilerin eseridir: İnsanın rahatsızlıkları ile, konfor dünyasının ve refaha ulaşma umutlarının çarpıştığı, iç içe geçtiği ve kaotik bir iç dünyanın oluştuğu bir dönemdir bu… Sanat da, tüm bu kaotik yapının içinde kendi varoluşunu çözümlemeye çalışan, sürekli kendisini sorgulayan, işlevi hakkında bir karar vermeyi deneyen bir kavrama dönüşmüştür. Burada asıl vurgulanması gereken bir durum varsa, o da, modern dönemde tüm bu açmazların bir “rutin” yaşam biçimine dönüşmüş olmasıdır: Tüm çelişkilerin ve açmazların normalleştiği, tüm rahatsızlıklara alışıldığı, ama bir yandan da ideolojik söylemlerin sürdüğü bir dönemin yaşamsal “rutin”i…
Şimdi Memet Güreli’nin “Rutin” sergisine bu yazılanların ardından bir kez daha göz atacak olursak, buradaki “rutin”in içinde gizlenen açmazların, çelişkilerin ve rahatsızlıkların yeniden ayrıştırılıp su yüzüne çıkmaya başladığını ayrımsayabiliriz. “Rutin”in içine yerleşmiş ve bunca yıl boyunca orada kaynaşmış açmazların, çelişkilerin, rahatsızlıkların, konfor tutkularının, refaha ulaşma umutlarının ve daha insana dair birçok şeyin, bu resimler aracılığı ile yeniden gündeme taşındığını anlayabilmemiz mümkündür. En azından bu sergideki resimler, niyet olarak, bize bu açmazlar, çelişkiler, rahatsızlıklar ve umutlar döneminden başlayan ve günümüze kadar gelen bir süreci göstermeyi denemektedir.
“Orantılı Güç” sergisi için basılan broşürde Memet Güreli, kendisi hakkında şunu yazmıştı: “Sanatçının rutin, olağan üretimini sürdürdüğü sırada böylesine güncel bir konuyu gündemine alması, politik bir angajman kaygısı ile değil, olguyu tekrar tartışmaya açan bilinçli bir duyarlılık ve sanatçı refleksi olarak algılanmalıdır.” Bu alıntıdan çıkartabiliyoruz ki Memet Güreli, kendi sanatsal sürecini “rutin” olarak tanımlarken, aslında “rutin”in içinde ne kadar fazla dinamiğin olduğunu, bu dinamiklerin ne kadar farklı alanlardan toplandığını ve bunların giderek nasıl kaynaştığını anlatmaya çalışıyordu. Ve böylece kendisini de bir sanatçı olarak, modern dönemin kaotik yapısına dahil ediyordu. Bu durum bize, Memet Güreli’nin modern dönemin karmaşık yapısından payını almış bir sanatçı ve bir sıradan insan olarak, kendi açmazlarının ayırdında olduğunu gösteriyor: “Rutin”i ayrıştırabilecek bir bilincin ve duyarlılığın da göstergesidir bu…
Diğer yandan bir anlamda bu serginin ana karakterini oluşturan kolajların, genellikle popüler gazete ve dergilerden oluşturulması da dikkat çekiyor. Modern dünyanın vazgeçilmez malzemeleri sayılabilecek popüler medya sektörü, bu sergideki resimlerin kurgusu içine işledikçe, görselleştirilmiş bir takım olayların temelinde yer alan bir “açmazlar, çelişkiler, rahatsızlıklar ve umutlar kültürü”nün varlığına da işaret ediyor. Rahatsızlıkların ve umutların iç içe geçtiği bir kültür, elbette dramın da kültürüdür. Rahatsızlıkların ve umutların aynı anda ve aynı yerde yer aldığı popüler medya, Memet Güreli’nin resimlerine malzeme olmuşsa, demek ki o malzemeler doğrudan doğruya, dramın simgesel karşılıklarıdır. Medya malzemelerini “rutin atölye çalışması” içinde birer simge halinde kullanmaya, bilinçli bir biçimde karar veren Memet Güreli’nin tavrı ise, “Rutin” sergisinin ne denli ayrıntılı ve zor bir sürecin içinden doğduğunu gösteriyor bize…
14 Nisan 2011
Etkinliklerimiz, Memet Güreli