15 Ekim 2019
In
23 Ekim / 12 Kasım 2019
Berrrin Yırtmaç’ın 2007 den beri ürettiği resimlerinden bir seçki ile açacağı ilk solo resim sergisi” Saat Çiçeği ” Adasanat’ta 23 Ekim’de…
‘’Geçmiş kimin evi, gelecek kimin bahçesi?’’
Pınar Öğünç
Eskizlere ihtiyacımız var. Geçmiş, avucumuzda tutmaya çalıştığımız ne katı, ne sıvı, ikisini de andıran bir madde gibi. Bir yandan elimizin içinde ağırlığını, varlığını hissediyoruz; orada. Ama işte ne kemiğin katılığında, ne kanın akıcılığında olduğundan, aynı zamanda parmaklarımızın arasından sızmasını da durduramıyoruz. Akıyor, kaygan. Yerçekimi yönünde uzuyor, uzuyor. Gelecek ise belki bir sıcaklık olabilir avuç içinde. Ya da bazen bir tuhaf soğukluk. Ama varlığı müphem.
Geçmiş, gelecek ve şu andan konuşurken en bilgiç cümleleri şimdiye dair kurabilmişiz gibi hissediyor insan. Hem “Anını yaşa” diyorlar ya, hani tek gerçek o… Aynadakiyle baş başasın.
Öyle de değil. Yerçekiminin adını koyan bilim insanları aynaya baktığımızda aslında geçmişi gördüğümüzü söylüyor. Işığın o camsı yüzeyde kırılıp da yansıtmasıyla arada, bizim saniye diye bildiğimiz birimin bilmem kaç milyarda biri kadar bir fark var. Yani aslında ayna bile tam o anı göstermiyor, o minicik aralık kadar önceki halimiz bize bakıyor karşıdan. Beynimizin kabiliyeti bu farkı idrak etmeye yetmese de öyle. Oysa ki bu gezegende zaman geçirmenin geliştirdiği bir kabiliyet sayesinde, yaşamak denen zanaati biraz öğrenmişsek yani, bunu zaten bilebiliriz. Aynada karşıdan bize geçmişimiz bakıyor. Bakışımızdan tanıyoruz.
Zaman nedir, nasıl işler? Bunun üzerine düşünmeden felsefe yapmak mümkün değil. İlk çağdan bu yana filozoflar zamanı kavrayışımızın şekilleri, boyutları, yönü üzerine düşünüyor. Bergson’a da sorsak aynadan bize bakanın geçmişimiz olduğunu söylerdi misal. Belki de sandığımızın tersi; geçmiş ve gelecek var, aralarında en olmayanı şu an. “Şu an” dediğimiz an da geçmiş oldu. Düşünmek için eskizlere ihtiyacımız var. Bir bitki var, zaten güzelliğinden gözlerinizi alamıyorsunuz, bir de filozof mübarek. Bir adı “saat çiçeği”, diğeri “çarkıfelek” ya da “passiflora incarnata”. Muhtevası sakinleştiriyor. Saat, zaman, hatıra, hafıza, tarih ya da feleğin çarkı üzerine düşüneceksen sakinleşmeye ihtiyacın var diyor bir nevi.
Zaman nedir, nasıl işler? Bunun üzerine düşünmeden, düşündüğümüzü unutmadan misal yemek yapmak da mümkün değil, yahut ev yapmak da. Ki zaman üzerine düşünmek, hatırlamak ve özlemek, “nostalji” dediğimiz yani, o da aslen evle ilgili. Sıla hasreti çeken askerlerin, evini özleyenlerin hastalığı en başta. Barbara Cassin nostaljiyi kök, sürgünlük, aidiyet bağları üzerinden incelediği kitabına o yüzden “İnsan Ne Zaman Evindedir?” (Kolektif Kitap, 2018) ismini vermiş. Geçmiş kimin evidir?
Geçmiş bir yandan da bir inşaat faaliyeti hakikaten. Hatıraları eğeleyerek, kırarak, karıştırıp da dizerek ördüğümüz duvarlardan müteşekkil bir oda kişisel tarihimiz. Bazen bir kelimeyle, bir kokuyla canlanıp katılaşan tuğlalar her bir hatıra. Byung-Chul Han “Zamanın Kokusu”nda (Metis Yayınları, 2018) “Koku tarihe gebedir” diyor. Proust’u kayıp zamanın peşinde koşturan kokunun, şeyleri bağladığını, dokuyarak birleştirdiğini, zamansal olayları bir imgeye, bir anlatı formuna sıkıştırdığını söylüyor.
Büyük harfli “Tarih”e gelirsek, bu binanın bir kolonu, kirişi Eduardo Galeano’nun andığı kadim bir Afrika sözü olmalı: “Avlanmanın tarihi her daim avcıyı kutsar; av olan aslanların kendi tarihçileri anlatamadıkça…” Avcıların kaydettikleri gibi, “erkeklerin” yazdığı tarihten de kuşku duymak, kadınlar kendi soyağaçlarını da dizip tarihi cinsiyetlendirene kadar binanın temeline sağlam gözüyle bakmamak gerekiyor.
Zaman nedir, nasıl işler? John Berger “A’dan X’e” (Metis Yayınları, 2008) adlı kitabında “Evren beyne benzer, makineye değil. Hayat şu anda anlatılan bir hikâyedir. İlk gerçeklik hikâyedir. Tamircilik bana bunu öğretti” diyordu. Ev yapanların, evler yapmakla dolu bir tarihin öğrettikleri de mühim o yüzden. Bu işin ustaları diyor ki, ahşap parkeleri döşerken, birbirine geçirip çekiçle değil elle vurun üstlerine. Ahşap eli hissedermiş. Bir de duvar diplerinde azıcık aralık bırakmak iyiymiş. Sonra üzerlerinde gezindikçe parkeler birbirilerine iyice geçecek, zamanla zeminin engebesiyle uzlaşıp her biri bizim santimetre dediğimiz birimin belki milyarda biri kadar yayılacaklar. Beynimizin kabiliyeti bu birimi idrak edemeyebilir, ama bu gezegende zaman geçirmenin geliştirdiği bir kabiliyetle ustanın ne dediğini de çok iyi anlarız. Yaşamak denen zanaati azıcık öğrendiysek.