Magma / Enver Rakovica

6 Aralık-26 Aralık 2019


6 Aralık-26 Aralık 2019 tarihleri arasında  Adasanat bu kez; Antik dönemdeki adıyla İllirya dan, (yani Balkanlar coğrafyasından) şimdiki adıyla Kosovada dan bir baskı resim ustasının yapıtlarını sanat izleyicisi ile buluşturuyor.

 

Magma

 

-MeMeT Güreli

Enver Rakovica ile 90.lı yılların başında yüksek lisans sınavı esnasında başlayan tanışıklık, sonrasında, meslektaşlığın ötesinde uzun yıllar süren bir dostluğa dönüşmüştü. Enver’le tanışıklıkta ki ilk izlenimim; Titizliği ve çalışma disipliniydi. Belgrad ve Priştine’ de aldığı iyi mesleki eğitiminin bir sonucu olsa gerek, bu disiplinin yansıması çalışma biçiminde ve yapıtlarında hemen hissediliyordu. Tabi buna mizacından kaynaklı titizliği de eklenince, bir baskı sanatçısında olması gereken tüm özellikler üretimine de yansıyordu.

Enver Rakovica ile iki yıl süren aynı atölyede çalışma sürecinde, ben gravüre yönelmiş, o da serigrafi serilerini çeşitleme çabası ile uğraşırken, verimli bir dönemi deneyimlemiştik. Doğrusu bu dönem, her ikimiz için de düzeyli bir tecrübe paylaşımı ve üretken bir çalışma süreci olmuştu.

Aynı dönemin hemen akabinde Avrupanın göbeğinde gelişen talihsiz Yugoslavya’nın parçalanma süreci yada vahşeti, ailesi ve kendisini zor koşullara maruz bırakmıştı. Bu savaş süreci çalışmalarını kesintiye uğratmış ve Rakovica uzun yıllar sanatsal çalışmalardan uzak bir dönem geçirmek durumunda kalmıştı.

Enver Rakovica çalışmalarının hemen hemen hepsinde, ancak bazı istisnalar olmakla birlikte soyutlama yada saf soyuta dayalı bir plastik dil kullanır. İlk dönem yapıtlarında serbest lekesel alanlara eklemlenmiş ağaç, kuş gibi imgeler, kültürel ve arkaik kodlar, kimi zamanda mimari doku ve detaylarının kompozisyona dahil edildiği görülmekle birlikte çoğunlukla renk, armoni kaygısı güdülerek, dokusal ve lekesel bir çözümlemeyi tercih ettiğini gözleriz.

İlk dönem serigrafi serilerinde sadece serigrafi tekniğini ve imkanlarını kullanırken son dönem serilerinde ise karışık tekniğe yöneldiğini, yani, serigrafi tekniği ile gravür tekniklerini kombine ederek sonuca gittiğini ve daha zengin dokusal, rölyefik etkilerin peşinde olduğunu görüyoruz.

 

KAZI / MeMeT Güreli

15 Kasım / 4Aralık 2019

MeMeT Güreli’nin 9.kişisel sergisi ‘’KAZI’’  Adasanat’ta 15 Kasım / 04 Aralık 2019 tarihleri arasında gerçekleşecek.

Sanatçı bu kez; 90’lı yılların başlarında yoğun şekilde uğraştığı, sonraki yıllarda da zaman zaman yapageldiği gravür baskı resim, sanatsal çoğaltmalarını ilk kez toplu halde izleyici ile buluşturmayı amaçlıyor.

 

 

Açılış: 15 kasım 2019 saat 18.30

Sergi 15 Kasımdan itibaren her gün 12.00 / 19.00 arasında ziyaret edilebilir

 

Adasanat : İstiklal caddesi, Aznavur pasajı no:108 / kat: 9  Galatasaray – Beyoğlu

 

Mutlu Kalabalıklar-Sayat Uşaklıgil

12 Mart /20 Nisan 2019

Sayat Uşaklıgil’in Mutlu Kalabalıklar adını verdiği 5.Kişisel Sergisi 12 Mart Salı günü Galeri 77 ‘de açıldı.

Figüratif, ütopik, sürreal çerçevelerde zaman, uzam ve mekan bağlamında yapıtlarıyla “Mutlu Kalabalıklar” isimli sergisini Galeri 77’de izleyiciye sunan Sayat Uşaklıgil, eserlerinde ironik bütünsellikler yaratıyor. Sanatçının akrilik boya ile ürettiği çeşitli formlardaki tabloları figüratif bir yoğunluk, mekansal bir derinlik içinde alternatif ve çok boyutlu gerçeklikler sunuyor. Uşaklıgil’in illüstratif ve sinematografik bir üslup ile ele aldığı yapıtlarında, kadın ve erkek figürlerinin masum ve mutlu görüntüleri, gülen ve çoğu zaman eğlenceli anlarının betimlendiği, geçmiş ve bugünün zamansal sentezinin de yer aldığı sergisi 20 Nisan 2019 tarihine kadar Galeri 77’de izlenebilir.

 
Necatibey Cad. No: 77 Ayvaz Han 
Karaköy Beyoğlu İstanbul 

212-251 90 82
 

www.galeri77.com

 

Pazar günü hariç 10:00 – 18:00 saatleri arasında ziyaret edilebilir. 

 


                        					

KORUNAKSIZ BUKET GÜRELİ

17 ekim / 09 kasım 2018


ÇİĞDEM ZEYTİN

‘’KORUNAKSIZ’’ sergisi üzerine

Issız bir boşluk uzanıyor içimde

etrafımda kalabalıklar

onların boşlukları da uzanıyor sonsuza,

bildiğim tek şey bilinmezlik

ve bilmediğim şey ise bildiklerim…

Buket Güreli yeni sergisinde bizi tenlerin ıssızlığında var ettiği endişelerimizle buluşturuyor. Özellikle kadın teninin çıplaklığının bir adım ötesinde bedenlerin duruşlarında asılı kalıyoruz; biraz tedirgin, biraz anlamaya yeksan.

Tanıdık geliyor bir süre sonra yüzlerini göremediğimiz figürler. Sanki bir akşam sohbetinde arkadaşlarla laflarken bacaklarımızı sıkıştırıp kollarımızı kenetlediğimiz huzursuz akşamlarımızda olduğu gibi içe dönük oturuyor figürlerden biri. Bir diğeri; her akşam yatağa girdiğimizde parçası olmaktan endişe ettiğimiz ve her gün maruz kaldığımız tanımsız yeni dünyamızı yok sayarak başına çekiyor battaniyeyi. Yine de bedeni her olasılığa, her zorluğa ve tekinsizliğe açık…

Zihnimizi örtmeye çalışsak da; bedenlerimiz konuşuyor sanki içinde bulunduğumuz dönemin gerçeklerini. Yeni bir dünyanın yeni gerçekleri, korkuları, belirsizlikleri ve söylenceleri. Eskiden kentteki bireyin yalnızlığından söz edebilirdik mesela sanat yazılarında fakat artık küçülen ve kalabalıklaşan dünyanın tam ortasında yeni dönemin getirdiği olanaklarla olanaksızlaşan yaşamlara sahibiz. İşte tam da bu yüzden bedenlerimiz titrek, bedenlerimiz tedirgin, beklentili ve bir o kadar umutsuz bir varoluşla yaşıyorlar her günü.

 

Endişeyi Örtmek

Bazı figürleri saran, kuşatan, belki de koruyan örtüler dikkatimizi çekiyor tuvallerin arasında. Yer yer bedenlerini örtmüş figürlerin kullandıkları örtüler ellerinde tutunabilecekleri ne varsa yamayarak yarattıkları birer sipere dönüşmüş sanki. Her an kendilerini gizleyebilecekleri, muhafaza edebilecekleri örtülerle tetikte bir duruş sergiliyorlar. Örtü; metafor olarak değerlendirdiğimizde doğası gereği yumuşak ve kucaklayan bir obje olmasına rağmen Güreli’nin resimlerinde köşeli parçalarla form kazanmış. Sıcak, sarılıp sarmalananıp gezdiğiniz, güvenle uyuduğunuz mutlu bir dünyaya değil, aksine hızlı ve pratik bir dünyaya ait ve temel ihtiyaç olan örtünme ihtiyacını karşılamak üzere üretilmiş gibiler.

 

Çıplak Gerçek 

Peki neden nü ve özellikle kadın nülerle karşı karşıyayız? Sanat tarihinde alegorik yani kinayeli kadın nü kullanımına çok fazla örnek verebiliriz. Bununla birlikte örnekleri çok olsa da sanat tarihinde iki tip kadın nü kullanımı vardır. Biri arzu nesnesi olarak çizilen röntgenlenmeye açık, duru ve zarif kadın tasvirleriyken, diğeri ise tam tersi kadınların çıplaklıklarının alt metinleriyle izleyicisini sarstığı, dönemin politik, sosyolojik ve toplumsal gerçekleriyle yüzleştirdiği estetik kaygılardan uzak tasvirlerdir. Tıpkı Fransız sanatçı Jean Leon Gerome’un resmettiği “Truth Coming Out Of Her Well To Shame Mankind” yani “İnsanlığı Utandırmak İçin Kuyudan Çıkan Gerçek” adlı eserinde olduğu gibi…

Buket Güreli’nin nüleri de yüzyıllardır erkin tahakkümüyle metalaşan ve hangi medeni seviyede olursak olalım belki de çağların derinliklerinden gelen kaygıyı taşıyan kadın bedenlerinden oluşuyor. Tıpkı çevresel etkenlerden korunmak gibi basit bir amaç için değil de, toplumsal cinsiyet rollerinin biçtiği kostümlere bürünmeye sürüklenmiş, tetikte olmayı bellek haritalarında taşıyan kadın bedenlerinde olduğu gibi Buket Güreli de kadının bedeninin çıplaklığının taşıdığı tedirginliği tuvallerine taşıyarak yansıtmış zamanın ruhunu.

 

Tekniğin Geçirgen Doğası

Kullandığı teknik ise figürlerin içlerinde bulundukları belirsizliği neredeyse olduğu gibi hissettiriyor. Sadece kağıtlarla kolaj tekniğini kullanarak hayat verdiği figürlerin bedenleri o kadar kırılgan ki adete ışık hüzmeleri tenlerinin sınırlarından geçerek sonsuzlukta kayboluyorlar. Figürlerin sadece bedenleri değil aynı zamanda tenlerindeki ışık da bir o kadar huzursuz. Karanlığın iktidarında titreşen küçük ışıklar gibi naif ve solgun ama umutlu bir halde tuvalin kadrajında salınıyorlar.

Buket Güreli Korunak adlı sergisinde; genelde Türkiye’de sanat üretiminde çokça gördüğümüz iktidar ve dönem eleştirisini yaparken kendini ifşa eden görsel sembollerle anlatımcı bir yol seçmek yerine, bireylerin kendi dünyalarında ve sosyal akışlarında beden dilleriyle sessizce anlattıkları huzursuz dünyayı resmediyor. Karanlığın aydınlıktan bağımsız olamayacağı gerçeğini de yanına alarak tuvallerine umudu taşımayı da unutmuyor.

 


 

‘UNSHELTERED’ by Buket Güreli

A desolate void stretches within me,

Crowds all around

Their void stretches to infinity

The unknown is all that I know

And all I do not know is my knowledge….

In her latest exhibition, Buket Güreli brings us together with our anxieties she’s conjured up at the desolace of flesh. We’re suspended a step beyond the nudity of especially the female body, with the posture of the bodies; part anxious, part at the cusp of comprehension.

Faces that, albeit familiar, are unseen after a while. One of the figures sits in a pose, with locked limbs and introverted, similar to one we’d have during an evening chatter amongst friends. Another pulls up the blanket, as if to ignore the new world to which we’re constantly exposed and of whose part we’re anxious to be a part. Yet, her body is exposed to all possibilities, all hardships and all uncanniness.

Though we want to cover our minds, it is as if our bodies speak the truths of the era we live in. New truths, fears, uncertainties and narratives of a new world. For instance, in artistic texts, we used to be able to speak of the solitude of the individual in the city, but we have lives that become impossible with the possibilities in the midst of a shrinking world and swelling crowds. Just for this reason, our bodies are trembling, anxious, expectant and they live each day with just as hopeless an existence.

 

Concealing Anxiety

Amongst the canvasses, we notice covers than wrap, surround and even protect certain figures. The covers clutched by the figures to wrap themselves transform into shields which they had cobbled together from whatever they get their hands on. With their covers, they strike a pose in which they could conceal and defend themselves. Considered as a metaphor, despite being a soft and embracing object, the cover in Güreli’s works assumes an angular form. It’s as if the covers were produced not for a contented world, in which you wrap yourself in cosiness and sleep in peaceful security, but instead for a world that is fast and practical, and in which the primary need is to take cover.

 

Naked Truth

Then, why the nude and why are we up against specifically female nudes? In the history of art, we can find copious examples of allegorical uses of the female nude. Although the examples are numerous, there are two types of female nude in art history. The first, the nude as an object of desire, is simple and graceful, also open to voyeurism, while the other is the one whereby the nudity shakes the viewer with its subtext and are distant to aesthetic concerns in favour of confronting the spectator with the political, sociological and social realities of their period. As French artist Leon Gerome has depicted in his Truth Coming Out Of Her Well To Shame Mankind..

Buket Güreli’s nudes consist of the bodies of women that are commodified through centuries of male domination and that bear the anxiety of ages, regardless of our level of civilization. Just like the bodies of women who maintain vigilance and who have opted to assume the costumes dictated by the sexist roles of society instead of protecting oneself from the elements, Buket Güreli has also reflected the spirit of the times by bringing the anxiety of the nude body of women into the canvas.

 

The Transparent Nature of Technique

Her chosen technique almost completely convey the uncertainty of the figures. The figures, which she created simply through paper and collages, are so fragile that rays of light almost pass through the borders of their skin and disappear into infinity. Not only the bodies of the figures, but also the light upon their bodies is ever so restless. Like tiny lights flickering under the reign of darkness, they are naive and pale, but they also sway hopefully within the canvas.

In Buket Güreli’s exhibition, Shelter, conducts the oft-encountered critique of power and times, while also depicting the restless world of individuals that is conveyed silently in their social flow via their body language, instead of taking an expressive route of self-expositional visual symbols. Not omitting that darkness cannot exist without light, she minds to bear hope into her canvasses.

Ütopyayı Taşıyanlar / Ahmet Umur Deniz

25.04.2017 – 25.05.2017


Karşı Sanat
Gazeteci Erol Dernek Sok. No: 11/4 Hanif Han
Merkez Beyoğlu İstanbul 
212-245 71 53
 

www.karsi.com

Pazar günü hariç her gün 11:00-19:00 saatleri arasında gezilebilir. 

Baskı / Pressure A.Cem Şahin

04/04 / 2017 – 05/ 05 / 2017


  1. Cem Şahin,5. kişisel sergisi “Baskı” – “Pressure’’ile ALAN İstanbul’da!
  2. Cem Şahin,Türk Çağdaş Resim Sanatı’nda özgün bir yere sahip. Sanatçı, eserlerinde çoğu zaman her birine kendi içinde farklı anlamlar yükleyerek kurguladığı figürleri yoğun derinlik duygusuyla bütünleşmiş zamansız mekanlarda resmediyor. Genellikle bilinçaltı süreçlerin işlendiği resimlerde yer alan bu figür ve semboller gerek kişinin istek, arzu ve korkularının görselleştiği gerekse de modern insanın içinde varolduğu toplumsal süreçlerdeki içsel duygu devinimlerinin betimlendiği derin ifadelere dönüşüyor. Eserlerde yer alan bu figürler yoğun dramatik öğelerle birleşerek, tek tek ele alındıklarında kendi hikayelerini anlatan başrol oyuncularına dönüşürken öte yandan da izleyiciyi kendi dünyasında uzun soluklu bir maceraya çıkaran bütüncül bir kurgunun kahramanlarını oluşturuyorlar.

“Baskı” – “Pressure’’, sergisi, insanın gerek bir birey olarak gerekse de kendi iç dünyasında, yaşadığı çevreyle kurduğu ilişkiyi konu ediniyor. Sergideki eserlerse bu etkileşimin insan üzerindeki yansımalarını ve bu nedenle kişinin içinde oluşan kırılmaları aktarıyor. Sergide, A. Cem Şahin’in tek iş olarak üretilmiş büyük boyutlu siyah beyaz linol baskı kolajlarındaki konunun kimi zaman odak kimi zamansa kaçış noktasını vurgulayan renksel dokunuşlar, farklı bilinç seviyelerini şiirsel bir dille resme aktarıyor. Bu yönüyle sanatçı, resim sanatında daha önce pek de benzeri görülmemiş yeni bir tekniğin de altına imzasını atıyor.

“Baskı” – ‘’Pressure’’ sergisi 04/04/2017 ile 05/05/2017 tarihleri arasında ALAN İstanbul’da görülebilir.

YAMA / SELÇUK FERGÖKÇE

17. 03. 2016 / 03.04.2016


 

 

Emre Zeytinoğlu

Bu sergiyi gezmekte olan izleyici başlangıçta son derece çarpıcı, akademik öğretilere uygun renklerle ustaca boyanmış resimleri seyre dalacak ve bir haz duyacaktır. Gerçekten de galeri, birbirlerinden farklı kompozisyonların yan yana sıraladığı bir şenlik alanı gibidir. Üstelik bu resimler eğlencelidir de… Çoğunlukla, izleyicinin karşısına tanıdık nesneler çıkmakta ve birtakım “iyi” anılarının canlanmasına neden olmaktadır. Eskide kalmış ya da geçmişten gelip hâlâ yaşamımızda yer alan pek çok eşya, tüm gerçekliği ile tuvallere aktarılmış, yıllar öncesinin esintisini mekâna yaymıştır.

Büyük olasılıkla tüm izleyiciler, kendilerinin güvenli bir ortamda bulunduklarını hissedeceklerdir; çünkü onlara yabancı gelen hiçbir şey ortada görünmemektedir: İnce belli bir çay bardağı ile kırmızı-beyaz porselen tabağı, bir yuvarlak ekmek, bir el arabası, bir sebze-meyve sandığı, bir futbol topu, bir emzik, bir ateş tuğlası, bir fötr şapka (ki bu hemen Süleyman Demirel’i anımsatır), bir gaz lambası, bir “Singer” dikiş makinesi, bir “Vita” kutusu, bir sefertası, birkaç terazi ağırlığı, bir hamal küfesi vb… Ayrıca söz konusu resimlere bazı figürler de yerleştirilmiştir; bunlar bazen tek başlarına, bazen de grup halinde önümüzde dururlar. Kimilerini iyi tanırız; örneğin Yılmaz Güney’i, Atatürk’ü, Kenan Evren’i… Onları sevsek de sevmesek de tümü belleğimize aittir. Aralarında tanımadıklarımız da vardır, yüzleri bize tanıdık gelmese de yer aldıkları sahneler sayesinde onlara uzak olmadığımızı düşünürüz: Geleneksel kıyafeti içinde bir köylü kadın, plajda eğlenenler, siyah önlüklü-beyaz yakalı öğrenciler, ev haliyle bir kadın ve bir erkek vb…

Renklerin ve kompozisyonların sağladığı haz, bir yandan da resmedilmiş nesnelere ve figürlere olan ilgimiz ile katlanarak büyür; tam bir iyimserlik havasına girmişizdir. Ne var ki bu iyimser hava, yukarıda da belirtildiği gibi yalnızca başlangıçta geçerlidir. Giderek nesnelere ve figürlere yeniden ve yeniden dikkat kesildiğimizde ve onların niçin özellikle seçilmiş olduğu üzerine bir merak duymaya başladığımızda, zihnimiz başka türlü işleyecektir. Fark edeceğiz ki onlar, sanatçının bir nostalji duygusuna ya da sempatisine bağlı biçimde bir araya toplanmamışlardır; bu nesneler ve figürler ortak bir anlama sahiptirler ve topyekûn halleriyle bir durumu açıklamaya çalışmaktadırlar.

Mekânda zaman geçirdikçe şuna karar veririz: Bu resmedilen “şey”ler, yani nesneler, figürler ve onların kendi aralarında kurdukları anlam bağları, izleyiciye bir “tarih” sunma potansiyeli taşımaktadır. Ve o potansiyel “tarih” de (mademki bu resimlerdeki her şey bize çok tanıdık gelmektedir) Türkiye’nin yakın geçmişinden haber verecektir. O halde seyre daldığımız resimler, düpedüz elde edilmiş bir deneyimin araçlarıdır; daha da ötede “tarihin nesnesi”ne hizmet eden kanıtlardır. İşte o kanıtlar, bir yığın halinde galeriye taşınmış durumdadır ve içinde gezindiğimiz mekân, bir bakıma tarihsel kanıtların korunduğu bir depo işlevi görmektedir. Pekiyi bu noktada şunu da soralım: Niçin o galeri, bir tarih arşivi değil de basit bir depo? Bunun yanıtı şöyle verilebilir: “Kanıt” dediğimiz şeyler, eğer yorumlanıp bir “tarih” niteliğine ulaştırılmışsa ve böylece o yorumlanmış halleriyle tüm araştırmalara yönelik olarak bir yerde korunmaktaysa, ona “arşiv” denilebilir. Oysa buradaki nesneler, deneyime dayalı birer kanıt olmasına kanıttır, fakat yorumlanmamış izlenimi vermektedir; “tek tek belgeler” olarak beklemektedir. Birileri onları yorumladığında, öznel bir bakış açısıyla bir anlam dizgesine dönüştürdüğünde “tarih” olacaktır; ancak o süreçten sonra galeri, bir arşiv karakterine bürünecektir.

20. yüzyılın önemli düşünürlerinden biri sayılan Robin George Collingwood’un, 1946 yılında “Tarih Tasarımı” adlı bir kitabı yayınlanmıştı; orada Collingwood, “tarih nasıl işler?” sorusundan hareketle bir bölüm açmış ve şunları yazmıştı: “Tarih kanıtın yorumlanmasıyla işler: Burada kanıt tek tek belge denen şeylerin ortak adıdır, belge ise şimdi ve burada varolan, tarihçinin, üzerinde düşünerek, geçmiş olaylar hakkında sorduğu soruları yanıtlayabileceği türden bir şeydir.” Son derece iyi bilinmektedir ki tarihçiler, “tarih” denilen şeyin, kanıtın yorumlanması ile tesis edildiği konusunda hemfikirdirler. Demek ki insanlar, geçmişte birilerinin ortaya koyduğu ya da bizzat kendilerinin gerçekleştirdikleri eylemlerden bir “tarih” oluşturmaya niyetlenmişlerse, önce bir deneyimi gündeme getirecekler, ardından o deneyimin kanıtlarını toplayacaklar, o kanıtlar hakkında düşünecekler ve sonuçta da kanıtlar uzantısında bir soru tasarlayacaklardır. Kısacası bir “tarih” öne sürebilmek için kanıtlar önceliklidir; onlar üzerine düşünmek ve yanıtlarını keşfetmek ise sonradan gelecektir.

Collingwood’un yukarıda aktardığımız yaklaşımlarını bu sergiye uyguladığımızda, mekâna toplanmış resimler (kanıtlar) hakkında biraz daha net bir saptama yapabiliriz. Ama önce şu ön bilgiyi aktaralım: Sanatçı, sergide izlediğimiz bu resimleri 2011 yılından beri yapıyor ve yedi yaşından bu yana, kendisinin maruz kaldığı her durumun sembollerini bize aktarıyor. Bu, bir anlamda Türkiye’nin yakın tarihinin sembolleştirilmesi gibi algılanabilir pekâlâ… Ya da şöyle söyleyelim: Sanatçı, resmettiği nesneleri ve figürleri birer kanıt olacak biçimde sembolleştiriyor ve bunları ayrı ayrı kişilerin öznel yorumlarını yapabilmesi için galeriye yığıyor. Kısacası izleyiciye bir “tarih tasarımı” için malzemeler sunuyor; herkes o kanıtlardan bir yorum oluşturabilir ve zihninde bir “tarih” işletebilir.

İyi de hepsi bundan mı ibaret? Bu sergi, o mekâna giren her izleyici için bir oyun alanı mı demektir? Yani izleyici, çevresinde bulduğu her sembolü istediği gibi kullanıp ve onları istediği sıraya sokup “değişik tarih tasarımları” mı yaratacaktır? Kabaca bir bakışla, bu sorulara “evet” yanıtı verebiliriz; en azından “olabilir” de diyebiliriz. Ama yine de bu tip kolay kararlardan kaçınılmalı; öyle ki sergideki semboller bize gizli bir bilgi veriyor: Bir “başlangıç zamanı”… Başka bir deyişle: Nesnelerin, figürlerin ve izleyicinin bunlar arasında kurması olası anlam bağlarının (oluşturacağı kendi “tarih”inin) bir “başlangıç zamanı”nın olması, sembollerin yorumunu sınırlıyor, bir tutarlılık noktası belirliyor. Bu sınırlamayı, bu tutarlılık noktasını belirleyen de doğrudan sanatçının kendisidir; sanatçı bize serginin dışından şunu açıklıyor: “Ben elli bir yaşındayım ve yedi yaşımdan itibaren bizi kandırdıklarını düşünmeye başladım. İlkokula başladığım andan itibaren –ki buna karma eğitim sistemi diyorlardı- çevremde olup biten her şeyin bir “yama” gibi parça parça geliştiğini, bunların aslında bir aldatmacadan ibaret olduğu kanısına vardım.” Küçük bir hesap yapalım ve yukarıda verdiğimiz bir-iki rakamı bir kez daha düşünelim: Sanatçı elli bir yaşında olduğuna göre, doğum tarihi 1965 oluyor. Yedi yaşında ilkokula başlıyor ve bu tarih de 1972’dir. 1972 yılı, hem sanatçının gözlerini çevreye açtığı ve bir şeyler algılamaya başladığı hem de sokaktaki konuşulanları daha belirgin olarak kavrayabildiği bir zamanı işaret ediyor. Bir yandan eğitim ona bir “ideal durum” aşılıyor, bir yandan da sokak ona “ideal”in çok dışında başka şeyler anlatıyor.

Sanatçının anlattığı şeylerden yola çıkarak, 1972 yılının ne ifade ettiğini düşünelim: Elimizde o yıla ait şöyle bir belge var (2009 yılında yayınlanan TBMM tutanaklarından, yazım hatalarına da hiç müdahale etmeden aynen aktaralım): “MİLLET MECLİSİ: Deniz Cezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnanın ölüm cezalarına çarptırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve Adalet Komisyonu raporu (3/44). T.C Başbakanlık Özlük ve Yazı İşleri: a/4-729. MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA: Ankara Sıkıyönetim Komutanlığından alınan 31 Ocak 1972 gün ve AD. MÜŞ. 1972/392.7. sayılı yazıda, Türk Ceza Kanunun 146/1 maddesini ihalaM suçundan hükümlü bulunan Deniz Cezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnana ait mahkümiyet hami ile bu hükme mesnet teşkil eden dava dosyasının fotokopilerinin gönderildiğine temas edildikten sonra, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunun 244 ncü maddesinin-3’ncü fırkası gereğince, ölüm cezalarının yerine getirilmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisinin kararına vabeste bulunduğu belirtilerek gereğine dellet edilmesi istendiğinden, dizi pusulasına bağlı 4 karton dosya ve iddianame ile gerekçeli hüküm, Askeri Yargıtay Başsavcılığının tebliğnamesi ve Askeri Yargıtay 2 nci dairesinin onama ilamının, Anayasanın 64 ncü maddesi gereğince ilişikte sunulduğunu saygı ile arz ederim. Prof. Dr. Nihat Erim, Başbakan.” 

Sergi tam da bu noktada başlıyor; sanatçı bu sergideki resimleri oluştururken, tutarlılık noktasını bu “olay”a endeksliyor. Daha öncesinden ve daha sonrasından toplanmış tarihsel kanıtlar ve onların sembolleştirilmiş halleri, bir mekâna yığılıyor ve o yığın bize ilk anda, renkleri ve kompozisyonlarıyla haz veriyor. Ancak o haz nesnelerinin tabanına böyle bir tutanak yerleşmiştir. Bu durumda hazzın yerini alan bir tedirginlik baş gösteriyor. Bununla birlikte, geçmişimizden “iyi” duygularla anımsadığımız nesneler, şunu açıklamaya başlıyor: Gördüklerimiz bir “tarih” oluşturmak adına bir araya gelip anlam kazanmaya başladığında, bunlardan istediğimiz öyküyü kurabilmemiz olanaksızdır. O halde galeri, bir depo olmaktan çıkar ve yeniden yorumlanmış “tarih”in mekânına, yani bir arşive dönüşür.

Sanatçının ısrarla vurgulamış olduğu üzere: “İyi gibi algıladığımız şeyler, bizi hep kandırdı.” Bu yorumdan daha radikal bir “tarih” gösterisi olabilir mi?  

 

Melankoli / Zulal Resim Sergisi

Sergi: 9 Şubat – 1 Mart 2016


“Bataklığın içine gömülmüş, mırıldanıyorlardı. Güneşle dans eden bu tatlı havalarda biz hep mutsuzduk, ağır bir sis bulutu kaplardı içimzi; bu kara bataklıkta her an mutsuzuz.” (İlahi Komedya, Dante)

Zulal’ın, 5. kişisel sergisi “Melankoli” 9 Şubat, Salı günü Evin Sanat Galerisi’nde açılıyor. Modern toplumları tanımlamada yaygın olarak kullanılan melankoli; Zulal’ın resimlerinde, ait oldukları yerlerden kopardığı imgeleri yeniden düzenlerken hissettirdiği hüzünde ortaya çıkıyor.

Hayatın içinde durdukları yerlerden alınıp, başka bir yerde tekrar bir araya getirilen mekan, doğa veya birey; geçmiş ve bugün arasındaki gerilim; zamanın içinde kendine yer bulamayan figürler, Zulal’ın kolajlarının çerçevesini oluşturuyor. Genç bir kadının boynuna tüm güzelliğiyle dolanan kuş ve etrafındaki demirler; bir havalandırma borusunun çerçevesine sıkışmış anne ve çocuk; veya öfke içinde bağıran bir çocuğu izleyen güvercinler…

Zulal kompozisyonlarını oluştururken, yaratıcı bir eylem olarak resim yapmanın dönüştürücü etkisini kullanıyor. Bireyin kendi varlığını konumlandırmada yaşadığı yalnızlık ve yoksunluk, Zulal’ın donuk, durağan ve duygusuz bakan figürlerinde kendini gösteriyor. Belirsizlik, keder, hissizleşme, hiçlik ve varlık, ufacık bir güzellikte ağlamak ve sonra tekrar öylece durmak, melankoli.

Zulal’ın son dönem resimlerinin yanı sıra, tuvallerine kaynak oluşturan kolajları ve özgün desenlerinin de yer alacağı yeni kişisel sergisi “Melankoli”, 9 Şubat – 1 Mart 2016 tarihleri arasında Evin Sanat Galerisi’nde izlenebilir. (Galeri Pazar hariç her gün, 11:00 – 19:00 arası açıktır.)

 

ZULAL (1970, İstanbul) – 1995 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Resim Bölümü’nden mezun oldu. Zulal, 2004 yılında (Hisart Galeri, İstanbul) açılan ilk kişisel sergisinin ardından, “Portreler II’’ (2012, Karşı Sanat Çalışmaları) ve “Ben Diye Biri” (2013, Evin Sanat Galerisi, İstanbul) isimli kişisel sergilerini gerçekleştirdi. Sanatçının bugüne kadar katıldığı ulusal ve uluslararası karma sergiler arasında “Kooperatif Grup Sergisi” (2002, Karşı Sanat Çalışmaları – 2003, Kargart – 2003, Hisart Galeri – 2004, IMKB Galeri), “78’liler Vakfı Grup Sergisi” (2006, Article Galeri), “Halil Yavuz Ertürk & “Zulal Üşenmez Ertük Resim Sergisi” (2008, Karşı Sanat Çalışmaları), “Arte In Fiera’11” (2009, Italya), “My Name Is Casper”, (2009, Sümerbank), “Bize Yakın” (2010, Neo Art Gallery, İtalya), “Zamanaşımı” (2012, Karşı Sanat Çalışmaları) yer alır. Sanatçı ARTIST / İstanbul Uluslararası Sanat Fuarı’na 2002, 2003, 2006, 2007, 2009 yıllarında Karşı Sanat Çalışmaları ve 2012, 2013, 2014, 2015 yıllarında Evin Sanat Galeri ile katılmıştır.