“Aynı anda savaşa ve barışa hazırlanılamaz.”
Einstein
Globalleşen dünyada küreselleşme politikaları ve hegemonya savaşları, ülkemizin de içinde yer aldığı coğrafyada, vicdanlarımızın kaldıramayacağı kadar korkunç bir insanlık dramı yaşatıyor. “Aklın Uykusu”ndan ne zaman çıkılacak ve adeta bir can pazarına dönen bölge ve ülkemiz ne zaman normalleşecek?
”Küreselleşme süreci; savaşlar, soykırımlar, katliamlar, sürgünler, ekolojik felaketler ve bunların ardından yaşanan travmalar 21.yy’ın deneyimine damgasını vurdu.” Çağrı metninde özetlenen yakın tarihe ilişkin bu değerlendirmeye bakarsak ister istemez şu soruyu sormak gerekiyor: insanlık bunu hak ediyor mu? Kim, kiminle, ne için savaşıyor? Kim haklıydı, kim haksız? Başka bir dünya düşünden, umuttan uzak, benden sonrası tufan mı diyeceğiz? Avrupa’nın ve Akdeniz’in kıyılarına vuran trajediye seyirci mi kalacağız? Dünya siyasetine yön verenler ve basiretsiz dünya liderlerinin mahareti ile yaşatılan bu travmanın patolojik sonuçları, savaş kültürünün giderek toplumların yaşam normu haline gelmesi halinde acının iktidarı kaçınılmaz olmaz mı?
Yine 21.yy’ın deneyimleri göstermiştir ki estetik potansiyeli sayesinde sanat, nesnel dünyanın eleştirel bir tutumla özümseyerek kavranmasında öncü bir rol üstlenerek, geçmişi, bugünü ve geleceği oluşturmada sayısız köprüler kurmamıza yardımcı olmuştur. Yaşamın deneyiminden damıttığı “öz”leri estetik formun kendi yasalarına uygun tarzda, bir başka umudun düşünü kurar ve taşıyıcısı olmayı sürdürür. Umudun da karamsarlığın da nedeni olan insanın, bu ruh halinden çıkmasına yardımcı olur. Buna rağmen yaşanılan bu ağır ve acıtıcı gündem karşısında, sanatçıların yaratma edimi absürtleşmekle birlikte zaman zaman da etkisini yitirerek sıradanlaşabiliyor ve sanatçılar kendi üretimlerine yabancılaşma durumuyla karşı karşıya kalıyorlar. Gezi ve diğer süreçlerde olduğu gibi…
Ülkemizin adeta yazgısı gibi, 1980 darbe sürecinin hemen akabinde sahneye neo-liberal politikalar ve serbest piyasa ekonomisinin konması sonucunda, çarpık da olsa, sanat piyasasından henüz yeni söz edilir olmuştu. Sınırlı sayıda sanat kurumu ve galeriler varlıklarını zor sürdürür durumda iken, bireysel ve kolektif pratikler içerisinde şekillenen estetik deneyler henüz yeni ivme kazanmaya başlamıştı. Ardından gelen sanatın finansallaşması ve sponsorlu sanat dönemi başka sorunları da beraberinde getirdi. 2000’li yılların ardından uluslararası aktörlerin de devreye girmesi ile finansallaşması dolayısıyla sanatın araçsallaştırılması süreci hız kazandı. Ülkemizde fuar etkinliği bağlamında öncü olan, Tüyap Sanat Fuarı’nın merkezin dışında konumlanışının ardından, farklı finansal grupların yer aldığı çok sayıda fuar etkinliği adeta bir fuar enflasyonu yarattı. TÜYAP, çalkantılı giden ülke ekonomisi ve istikrarsızlığa karşın, fiziksel olarak merkezin dışında olmasına rağmen üstlendiği misyonu belirgin bir ciddiyetle sürdürmeye çalıştı.
Bu yıl 26.’sı gerçekleşen Art-İst Uluslararası Sanat Fuarı ‘’Umulmadık Topraklar’’ başlığı altında, ülkede ve hemen yakın çeperimizde gerçekleşen insanlık trajedisine işaret ederek, ülkemiz sanat ortamında ki kurumları ve yaratıcılarını bu konuda yaratıma ve düşünmeye davet etti. Adasanat kuruluşundan bu yana sürdürdüğü alternatif, eleştirel, kolektif ve bağımsız tavrıyla bu davete cevap verdi.
Adasanat bir galeri değildir; iki sanatçının bağımsız sanat çalışmalarını yürütmek üzere oluşturduğu bir yapıdır. Bir atölye, bir üretim mekânıdır. Aynı zamanda iki sanatçının birikimlerini düzeyli bir deneyim paylaşımı anlayışıyla, sanat kariyerlerinin başlangıcındaki gençlere ve kimi zaman yetişkinlere aktardığı bir eğitim kurumudur. 2000’li yılların başlarında, taşındığı mekânda yeniden yapılanarak, bağımsız bir sanat platformu, bir sanatçı inisiyatifi formu kazanmıştır. Mekânın fiziki şartlarını dönüştürerek çok amaçlı bir etkinlik salonu oluşturmuş, görsel sanatlar odaklı pek çok projeye ev sahipliği yapmıştır.
Adasanat kurulduğu günden bu yana, kısıtlı imkânlarını kullanarak ticari beklentilerden uzak, finansallaşan kültür-sanat alanının dışında, bireysel ve kolektif pratiklere alan açmaya çaba gösterdi. Söz konusu edimleri ve projeleri gerçekleştirirken katı ve kuralcı olmaktan uzak bir tavırla, kendini sınırlandırmadan esnek ve olabildiğince bağımsız, özgür ve yaratıcılığı tetikleyen bir “ADA” olmaya çalıştı. Adasanat misyonunu yerine getirirken, başta sanat alanında olmak üzere, yaşadığımız yerkürenin sorunlarına eleştirel, sorgulayıcı bir çerçeveden bakma konusunda nitelik ve içerik bağlamında sorumlu ve duyarlı olmaya çalıştı.
26 yıllık oluşum sürecinde, son on yılı aşan süreçte periyodik olmasa da 20’nin üzerinde etkinliği sanat izleyicisiyle buluşturdu. Tekil sergilerin yanı sıra “Zamanaşımı”, “Yüzdeyüz Barış”, “İstanbul’” gibi, yakın tarihimizden kimi olguları tekrar gündeme taşıyan, tartışmaya açan projelerle geniş katılımlı sergiler gerçekleştirdi. Bu projelerin bazılarını da partner sanat kurumlarıyla birlikte organize etti.
Türkiye’de sanatçılar için hayatta kalmak giderek zorlaşırken, Adaasanat gibi yapılara daha çok ihtiyacı olacağını düşünüyoruz. Bu deneyimi olanaklarımız ölçüsünde sürdürmesinin önemli olduğuna inanıyoruz.
17 Aralık – 28 Aralık 2009 – Günal Salt Sergisi